4 Şubat 2011 Cuma

| Yeter ki adaletin terazisi şaşmasın!

İstanbul Adalet Sarayı “Avrupa’nın en büyük, dünyanın ise en modern adliyesi” olarak tanımlanıyor. Yaklaşık 250 milyon lira keşif bedeliyle ihale edilen yeni adliye binası, 343 bin metrekare (nerdeyse 60 futbol sahası büyüklüğünde) inşaat alanından oluşuyor.


Hadi birkaç rakam daha aktaralım: Yeni adliye binasında 457 adet tuvalet, 48 yürüyen merdiven, 450 kişilik bir konferans salonu, 93 asansör, 450 yangın çıkışı ve 83 bin metrekare otopark yer alıyor. Adalet Sarayı’nın içinde ise 350 duruşma salonunun dışında, yemekhane, kafeterya, kütüphane, kreş, konferans salonu, postane, banka şubeleri, nüfus memurluğu, lostra, kuaför salonu, jimnastik salonu ve sağlık ünitesi gibi bölümlerin de yer alması planlanıyormuş. İnşaatında ise 37 bin ton demir, 260 bin metreküp beton kullanılmış.

Türk mimarisi ve modern mimarinin bir sentezi olduğu iddia edilen İstanbul Adalet Sarayı’yla ilgili aktardığım bu kadarlık veriyle gerisini hayal edebilirsiniz artık. İstanbul’da yaşayanlar, tamamlanmasına az kaldığını sandığım inşaatı birkaç yıldır görüyorlardır zaten.

Roma’daki Coliseum’u hatırlatan binanın önünden ben de zaman zaman geçiyorum. Yukarıdaki fotoğrafı da dün çektim.

Dikkatinizi çekmek istediğimi husus, fotoğraf cep telefonuyla çekildiği için okumakta güçlük çekeceğinizi düşündüğüm, kırmızı çember içine alınmış olan “İstanbul Adalet Sarayı” yazısı... Pirinç kutu harflerle doğrudan taş kaplama yüzeyin üzerine uygulanmış bu yazıyla ne alıp veremediğim olabilir ki? İzah etmeden önce, fotoğrafta iyi algılanmadığı için binanın dijital perspektifi üzerine simüle ettiğim yazıya bir kez daha bakalım.


1.
Bu persektiften de çok iyi anlayabileceğiniz gibi, belli ki, bu devasa binanın mimari tasarımı aşamasında üzerine bir şey yazılacağı hiç düşünülmemiş.
2.
Binanın tamamlanmasına yaklaşınca, “E, koca bina yaptık, yazısız olur mu?” sorusu kafaya dank ettiğinde, E-5’ten de rahatlıkla görülebileceği hesap edilerek ana giriş kapısının sağ tarafına düşen dik yüzeyin özellikle üst tarafı yazı için uygun görülmüş.
3.
Diyelim ki, bu da tamam. Fakat, bir “saray” için seçilip uygulanacak font bu mu olmalıdır?
4.
Onu da geçtik, peki, “beyaz boşluk” ve “grafik eleman” bütünlüğü böyle mi kurgulanır? Mahkeme ilamlarını yazarken kağıdın sağ ve sol marjlarını böyle farenin bile geçemeyeceği kadar dar mı tutuyorsunuz? Bu işin kararı tabelacıya bırakılır mı?


Birkaç yıl önce Grafik Tasarım dergisinde “Mimari, endüstriyel tasarım, basın, sinema ve... Disiplinler arasında yalpalayan grafik tasarımı!” başlıklı bir yazı da yazmıştım. Bu tür sorunlarla çok yerde karşılaşıyoruz, fakat çeyrek milyarlık bir “saray” tasarlanırken bu konunun nasıl atlanabildiğini şahsen benim aklım almıyor. Her şeyden önce tartışılması gereken şey de budur. Sonradan bir tabelacıya sipariş edildiği çok belli olan bir imalatın üzerinde daha fazla çene yormaya gerek yok. Yüzyıllar öncesinin mimarlarının bile yazının mimari tasarım içindeki yerini ihmal etmediklerini gördükçe, bu “Türk ve modern mimarinin sentezi”ndeki aculluğu anlayabilmek insana daha da zor geliyor.

Grafik tasarımda simetrik ve asimetrik dengeden söz edilir. Benzer kurallar mimari tasarım içinde geçerlidir. Nitekim, resmi bir binada, hele hele bir adalet sarayında, terazi gibi simetrik dengeyi gözetmiş olmak doğru bir yaklaşımdır elbette. İnsan, daha sonra benim simetrik tasarımımı bozarlar kaygısıyla hassasiyet gösterir hiç olmazsa!


İşim mimarlık olmadığı için haddimi aştığımın farkındayım, ama belki bir açılım sağlamak açısından burnumu sokmakta yarar olabilir düşüncesiyle küçük bir öneride bulundum yukarıdaki uygulamayla... Kapının üstüne aynı malzemeyle eklenecek birkaç metrelik bir alnın yazı için kullanılmasıyla simetrik denge kurtarılabilir mesela. Aynı zamanda bu uygulama, yazı yerinin mimari tasarım aşamasında düşünüldüğünü zannettirir, yazının yama gibi durmasının önüne geçer. Doğru font seçimi de ayrı bir avantaj... (Resimlere tıkladığınızda daha büyüğünü göreceksiniz.)

Telif falan da istemiyorum, yeter ki adaletin terazisi şaşmasın!