26 Temmuz 2006 Çarşamba

| Aslanın midesindeki büyük lokmadan koparabildiğim üç küçük kırıntı...

Küçük dediğime bakmayın, bütün numara bu kırıntılarda... Şahin Tekgündüz, Mah-Zen’de ilginç ve keyifli bir “iş alma” hikayesi aktarmış. Sene 1970. Yani henüz 12 Mart Muhtırası verilmemiş. Transtürk Holding, dönemin koşullarına aldırmaksızın ciddi oranda bir halk arz kampanyası gerçekleştirecek. Arslanın ağzındaki lokma bu... İstanbul’daki büyük ajanslar arasında, Ankara’dan çiçeği burnunda bir ajans da konkura katılıyor ve işi alıyor. Lokmayı onlar yemişler, bize de kırıntıları kalmış, ama altın kırıntıları...


1.
Eğer kendinize güveniniz varsa, bunu muhatabınızın anlamaması mümkün değil. Yoksa da tabii!
2.
Kurallar değişmiyor. Herkesin aklına gelmesi beklenen, ama çözüm isteyen karmaşık problemler arasında gözden kaçan, daha doğrusu karmaşık problemlerin ancak karmaşık yaklaşımlarla çözülebileceği düşüncesi nedeniyle kıyıda duran asıl basit çözümü ıskalamayacaksın. Herkesin sonradan “Tabii yaaa!” dediği gerçek çözüm bu zaten. Şimdi bu, guruların ilk nasihatleri arasında yer alıyor. Ah Şahin Abi, aah!
3.
Mevlana’nın “Ne kadar bilirsen bil; söylediklerin karşındakinin anladığı kadardır.” sözündeki gerçek daima tecelli ediyor. (Buna benzer bir lafı FSB de söylemiştir mutlaka! Bakın isterseniz.) Sen geceni gündüzüne kat, tüm birikim ve deneyimini kullan, kahrol, beyin duvarlarını çatlat, araştır, test et, sor, soruştur, yarat... Vee, bütün iş, karşı tarafın algı sınırlarına mahkum olsun. Maalesef böyle. Ya oradaki algıyı genişletme çabası göstereceksin, ya kendini helak etmeyip algı sınırlarında iş üreteceksin, ya da arkana bakmadan geri döneceksin! (Ben kırk satırı tercih ederim! Siz?) Bu noktada, eski ve tam yerinde bir deyimle Fuat Süren’in “basiret”ini takdir etmemek mümkün mü?

Bu aksi ihtiyarın, Şahin Tekgündüz’ün yazması gerektiği yolundaki kanaatim iyice pekişti. Ve tren yolculuklarından diğerlerine göre neden daha fazla hazzettiğini şimdi daha iyi anladım.