1 Mayıs 2006 Pazartesi

| Herhalde Kotler’ın da bir Webster’ı vardır yani...

“Evet, algı her şeydir. Peki imaj?” başlıklı yazımda Ali Saydam’ın “imaj”a karşı çıkarken kullandığı yöntemi (özellikle ve öncelikle yöntemi) eleştirmiştim. Bence Saydam, yaşanan pratiklerden yola çıkarak kendine göre subjektif bir “imaj” tanımı yapıyor ve bunun üzerinden de “algı yönetimi”ni yüceltmek için “imaj”a yükleniyordu.


Ali Saydam, dünkü Sabah gazetesinde bir vesileyle yine konuyu açtı ve kendi argümanına destek sağlamak için de bir alıntıya yer verdi. Alıntıda savunulan görüş, yine tam da benim karşı çıktığım yöntemle dile getiriliyor. Önce kendine göre tanımla, sonra yüklen! Bu yöntemin, en azından adil olmadığını düşünüyorum.

Grunig (1993 yılında Public Relations Review dergisinde yayınlanan bir makalesinde) halka ilişkiler eğitiminin efsanevi ismi ve Georgia Üniversitesi Gazetecilik ve Kitle İletişimi Bölümü’nün ünlü dekanı Scott Cutlip’ten yaptığı bir alıntıya yer vermiş. Bakın Cutlip ve Grunig ne demişler: “İmaj kelimesinden nefret ederim ve Kotler ise bir imaj düşkünüdür/ okuyucu ve izleyicilerine ‘İmaj bir insanın bir nesne hakkında sahip olduğu inançlar, fikirler ve izlenimlerin bir bütünüdür.’ der. Benim Webster ise bana ‘Bir imaj bir kişi veya şeyin bir reprodüksiyonu veya taklididir.’ der. Eğer Kotler Latince bilseydi, imaj kelimesinin ‘imitari’-yani imitasyondan geldiğini bilirdi. Biz ise Halkla İlişkilerde iyi, eski model kelime olan itibarla ilgilenmeliyiz, imajla değil...” (Ali Saydam, Sabah Gazetesi, 30 Nisan 2006)

Kullandığımız kavramların etimolojik kökenlerine inerek birtakım analizler yapmak elbette mümkündür. Ama falanca sözcüğün etimolojik kökeni ‘armudun sapı’ anlamındadır ve bu anlam dışında bir kavramsal yanı yoktur gibi bir iddia hiçbir biçimde bilimsel olamaz. Yakışık da almaz. Nitekim her dilde etimolojik kökeni ile gündelik veya terminolojik anlamı, bırakın farklılaşmayı, birbirine karşıt hale gelmiş belki yüzlerce sözcük vardır.

Bilimsel kavramlar, gündelik konuşma dilinden bile sözcük devşirerek oluşturulabilirler. Tercih edilen sözcüğün kavramsal zenginliğe kavuşması da bir miktar zaman alabilir. Hatta “imaj”da olduğu gibi belli bir süre sonra tam tersine bir kavramsal çöküş süreci de yaşanabilir. Bunu tartışmak ayrı konu. Bu felaketin “algı”nın başına gelmeme güvencesi de yok.

Kotler, bir teorisyen olarak “imaj”ın tanımını yapıyor. Diyor ki: “İmaj, bir insanın bir nesne hakkında sahip olduğu inançlar, fikirler ve izlenimlerin bütünüdür.” Bu tanıma karşılık “Hayır efendim, öyle değil! Sen Latince de bilmezsin zaten. Bilseydin bu sözcüğün kökeninin imitasyon anlamına geldiğini görürdün.” demek, silahla hedefi vurmak değil, hedef tahtasını getirip silahın namlusuna vurmak anlamına gelir. Herhalde Kotler’ın da bir Webster’ı vardır yani... Ayrıca terminolojik anlamlar için Webster yeterli bir sözlük müdür? Adam Gülben Ergen’in yeni imajından söz etmiyor ki!

Demek ki bu Amerikalılar’ın da Bektaşiler’i oluyormuş! Terminolojik olmayan sözlüklerdeki sözcük anlamlarının 1, 2, 3,.. diye veriliş sırası bu anlamların önem derecesini değil, popülerlik sıralamasını verir. Yani geniş kitlelerin sık kullandığı anlamlardan daha seyrek kullandığı anlamlara ve mecazlara doğru bir hiyerarşi vardır. Daha dar kitleleri ilgilendiren özel ve terminolojik anlamlar sonlara doğru yer alır. Hatta çoğu zaman hiç yer almaz. Bu sıralama, genel sözlüklerin hedef kitleleri göz önüne alınarak düzenlenmiştir. Son sıralarda yer alanlar, duruma göre çok daha önemli olabilirler. Burada, “imaj”ın bir numaralı anlamını alıp gerisini görmemek belden aşağı vurmak değil de nedir?



Ben de bir “cımbızlama” yapıp Webster’dan “algı”nın bir numaralı anlamını aktarayım mı?

1 a: a result of perceiving: OBSERVATION b: a mental image: CONCEPT

“İmaj”a Latince kökeninden yola çıkarak karşı çıkmak, benim de mesela algının yalnızca bu anlamını dikkate alarak kritik yapmama ya da “algı” tanımı için Berkeley’i tanık göstererek çevremizde gördüğümüz hiçbir şeyin aslında somut olmadığını, sadece Tanrı ile bizim kafamızdaki soyut birer düşünce olduğunu, biz onları duyularımızla somut olarak “algı”ladığımız için “gerçek” olduğunu sandığımızı savunmama benzer. Olacak şey mi?

Yanlış bir “algılama” olmasın! Diğer yazımda da belirttiğim gibi, “algı” ve “gerçek” konusuna bir nebze kafa yoran biri olarak ben, Ali Saydam’ın, “her şeyi soran kadın”ın kulak tırmalayıcı kahkahaları arasından yansıyan “imaj”ından çok daha farklı ve derinlikli, özgüven sahibi, düşünen bir bilim adamı olduğuna inanıyorum. “Her şeyi bilen adam”, onun kendine göre tercih ettiği bir “raputation management’ yöntemi... Bir şey diyemem.