14 Nisan 2006 Cuma

| “Private label” konusuna devam: “Kardeşim, bana ne senin çayının kalitesinden!”

“NO NAME” DE BİR MARKADIR BAŞLIKLI YAZIMIN ARDINDAN ÖNCE SERDAR ÖNER KENDİSİNİN KONUYLA İLGİLİ DAHA ÖNCEKİ BİR YAZISINDAN HABERDAR ETTİ, ARKASINDAN DA ŞAHİN TEKGÜNDÜZ ZEHİR ZEMBEREK BİR YORUM YAZDI. YORUMU, HEM TÜRKÇE KARAKTER SORUNUNU GİDERMEK HEM DE KAYBOLUP ARAYA GİTMESİNİ ENGELLEMEK İÇİN YENİ BİR POSTA OLARAK BURAYA ALMAK İSTEDİM. BÖYLECE KONUK YAZAR UYGULAMAMIZI DA SÜRDÜRMÜŞ OLUYORUZ. MAKSAT TARTIŞMA OLSUN, TARTIŞMALARDAN DA YARARLI SONUÇLAR DOĞSUN.

Sevgili Selim,

Her zaman olduğu gibi yine çok önemli bir konuyu gündeme getirdin. Enine boyuna tartışılması gerektiğine inanıyorum. Anlayışıma göre bu gelip gecici bir "trend"dir ve ömrü de çok kısa olacaktır. Ben konuya derinlemesine girmeksizin, şu “private label” denilen sahtekarlığın ve riyakarlığın bende yarattığı algıyı, duyguyu ve öfkeyi aktarmak istiyorum. Malum, öfke baldan tatlıdır.

Evimin alışverişini yıllardır ben yapıyorum. Kolaylık sağladığı ve her şeyi bir arada bulundurduğu için de süpermarket zincirlerini tercih ediyorum. Ancak, üzerinde o süpermarket zincirinin adı yazılı (ki ben onlara marka diyemiyorum, olamazlar da...) ürünleri görünce, radyasyon yüklü çay, içine demir pası karıştırılmış pul biber, su ya da süte benzer bir katkı maddesiyle ucuzlatılmış süt, yoğurt ya da peynir, çamaşırları yıkamak yerine yıkıyormuş gibi yapan ve deterjana benzeyen kireç tozu görmüş gibi dehşete kapılıyorum ve derhal başımı başka tarafa çeviriyorum. Görmek bile istemiyorum.

“Private Label” sahtekarlığına niçin ihtiyaç duyulur? Saygı değer tüketiciyi koruyup kollamak, özveride bulunarak ona aynı kalitedeki ürünü daha ucuza satabilmek, yüksek bir kurumsal ve toplumsal sorumluluk görevini yerine getirebilmek için mi? Hadi canım sen de...

Efendim, pazarlama, satış, reklam, tanıtım, promosyon vb giderlerden tasarruf sağladığımız için daha ucuza mal edebiliyoruz ve tüketiciye de daha hesaplı fiyatla satabiliyoruz, denildiğini duyar gibiyim. O halde daha dürüst davranın ve market zincirinizde satılan ürünlerin pazarlama, satış, reklam, tanıtım, promosyon giderlerine katkıda bulunun, maliyetlerini düşürün, onlar da size ürünü daha düşük fiyattan versin, aynı amaca ulaşın...

Üretmenin, marka yaratmanın, markayı korumanın, geliştirmenin, büyütmenin ne menem zor bir uğraş olduğunu çok iyi biliyoruz. Kimi süpermarket zincirlerinin, sadece daha çok kazanabilmek amacıyla gücünün yettiği markaları nasıl hizaya sokmaya çalıştığını, onlara nasıl kök söktürdüğünü, hangi astronomik boyutlarda giriş ve raf paraları aldığını, ödemelerinde ne kadar duyarlı(!) davrandığını, kendisi için fason üretim yapmak istemeyen markaları yok etmek için hangi ayak oyunlarına başvurduğunu da çok iyi biliyoruz.

Şunu da çok iyi biliyoruz... Ticaretin dini imanı paradır, başka bir tanrısı da yoktur. Kutsal bir görev yapan üreticiyi ise, hangi boyutta olursa olsun, sadece araç olarak görür.

Kısa bir süre önce çook çok ünlü ve büyük bir süpermarket zincirinin “private label”ı için fason üretim yapan bir çay üreticisinin genel müdürü, o market zincirinin satın alma müdürüyle yaptığı son görüşmeyi ve o satın alma müdürünün, “Kardeşim, bana ne senin çayının kalitesinden, ben çay satmıyorum, kendi markamı satıyorum, sen o kaliteyi kendi markana sakla. Bana ucuz mal lazım ucuz...” diye kükrediğini, o nedenle de söz konusu o büyük süpermarket zinciriyle tüm ilişkisini kestiğini ayrıntılarıyla anlatmıştı.

Şimdi gelin de “......” marka “private label” ürünü satın almak için elinizi rafa uzatın.