13 Şubat 2006 Pazartesi

| Kurtlar Çorbası

Sanki diğerleri gayri ticariymiş gibi “ticari sinema” diye bir tanımlama vardır, ama bu tanımlamanın, bazı filmleri kategorize etmek açısından yine de işe yaradığını düşünebiliriz. Konuya buradan bakınca pek sorun yok. Pazarda bir “talep” var, ve bu talebi çok başarılı bir biçimde değerlendiren bir “arz”.

Kurtlar Vadisi ile ilgili olarak bir şeyler söylemek gerekir. Herkes söylüyor da ben niye söylemeyeyim ki? Diziyi bölük pörçük izledim, belki "gözledim" demek daha doğru olur. Filmi de bugün gördüm.


Çok şey söyleniyor; yapımcıların mafya-tarikat bağlantılarından çeşitli komplo teorilerine, cinayetleri meşrulaştırdığından milliyetçi şövenizm suçlamalarına, derin devlet ilişkilerinden bazı mihraklar adına hareket edildiği iddialarına kadar çok şey… Filmin, “gaz alma operasyonu” olarak ABD’nin amaçlarına hizmet ettiğini, hatta ABD'nin finanse ettiğini bile söyleyenler oldu. Bunların önemli bir kısmı kanıt gerektiren iddialar. Öyle olmasa bile bu konularla ilgili söyleyebilecek çok şeyim yok.

Meselenin “ticari” tarafına bakalım. Kabul etmek gerekir ki, Kurtlar Vadisi ekibinin yaptığı en başarılı şey, satılabileceğini düşündükleri tüm değerleri bu “çuval”a doldurup “arz” etmeleri… Bu nedenle “Kurtlar Çorbası” diyorum.


Asıl konuya geçmeden “Kurtlar Vadisi Irak”la ilgili olarak birkaç kelam edeyim.

Bunun gibi “tutmuş dizi” sonrası kadayıfın kaymağı kabilinden yapılan filmler nedense pek başarılı olmuyor. Bu film de, ticari başarısını bir tarafa koyarsak öyle… Bilmem kaç bölüm sürmüş dizide, etrafında dolaşılan temanın tüm değerlerinin tüketilmiş olmasından mıdır, yoksa başka nedenlerle midir, bilmem. Zaten "Kurtlar Vadisi Irak", diziden bazı yönlerden de uzaklaşıyor.

Ekşi Sözlük’ten bir entry:

“Yoğun beklentiyle gidildiğinde insanın boynunu sola büken , bölgedeki çetrefili bi’nebze idrak ettirmeye çalışıp yoğun mesaj içeriğiyle insanı her kareden bi’ders çıkarmaya iten, senaryoda kopuklukları olmasına rağmen vatan, millet, sakarya temasını başarıyla işleyebilmiş yapıttır. Lakin dizinin devamı niteliğinde değildir. Zira Polat Alemdar “zıplayan fasuyle” gibi ordan oraya atlayarak benim diyen atlete taş çıkarmıştır. Helal olsundur. Gidilip görülesidir.”

Bir başkası:

“Filmin başında Polat Alemdar ve ekibi, o Kürtler’i neden öldürdü? Yani şart mıdır? Bu bir katliam değil midir? Kadiri tarikatının reklamının yapılması şart mıdır? Amerikalılar’ın abartı, kötü doktorun da İsrailli olması şart mıdır? Doktor mesela Macar olamaz mı? Hangi Amerikalı yetkili Türkmen liderini odasına çağırıp temizleyebilir? Polat Alemdar başa çuval geçirmek için Irak 'a gidiyor. Beceremeyince de adamı patlatarak öldürmeye karar veriyor. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu?”


Film, “action” kategorisinde Türk sinemasının Hollywood destekli “primitif” bir örneği olarak görülebilir. Devamı gelecektir. Düğün baskını, pazaryerindeki canlı bomba infilakı ve final, filmin maliyetini yükselten sahneler olarak göz dolduruyor.

Çok fazla mantık, kurgu ve devamlılık sorunu var. İzleme keyfini kaçıracak, hatta çıldırtacak kadar…

TV haberlerinin dramatize edilmiş halleri olarak filme kolaj anlayışıyla serpiştirilen El-Gureyb Hapishanesi işkenceleri, Amerikan askerlerinin kola içer gibi Iraklı öldürmeleri ve ev baskınları gibi sahneler “Amerika’ya hınç besletme” adına bence etkileyici… Bu olayların “haber” olmaktan çıkıp “ete kemiğe” bürünmeleri belli bir işlev icra ediyor.

Oyuncular, Polat Alemdar dışında vasatın üstünde bir performans sergiliyorlar. Polat Alemdar’a (Gerçek adı Necati Şaşmaz mıydı?) gelince… Tabii ki her insan bir değerdir, iyi yapacağı işler olabilir. Ancak oyunculuk en son işi olmalı. Kendisi bilir, ama bu meslekte ısrar ederse Pana Film’in kadrolu oyuncusu olarak belki bir iki projede daha yer alabilir. Ancak insanın şansı her zaman yaver gitmeyebilir.

Film, bir anti-Amerikancı ruh pompalıyor mu? Evet! Peki Amerika, uyguladığı politikalarla bunu fazlasıyla hak ediyor mu? Evet!


Asıl konumuza, yani Kurtlar Çorbası konusuna geçelim ve "satışa sunulan değerler"in bir bölümüne göz atalım:

Kürt düşmanlığı

Kurtlar Vadisi, Kürt düşmanı mı? Film öyle başlıyor. Ama Kürtler de müşteri… Şöyle bir diyalog kurtarabilir:

Memati: Hep bu Kürtler yüzünden...
Abdülhey: Abi ne diyorsun? Ben de Kürt’üm.
Memati: Sen başkasın Abdülhey.
Abdülhey: Abi hep böyle başlıyor işte.

Anti-Amerikancılık, ama… Hem nalına, hem mıhına!

Çuvalın öcü alınacak, bu tamam… Satar. Ama diğer taraftan da bir yumruk atalım. Bu da satabilir. Sam şöyle bir Türkiye eleştirisi yapsın, Polat Alemdar da karşısında salak saçması bir cevap versin mi?

“Dün komünizmden kurtarın bizi diye ağlıyordunuz. Para verdik. Silahlarınızı biz verdik. Donunuzun ipliğine kadar biz verdik. Bunları alırken grurunuz kırılmadı da başınıza çuval geçirince mi kırıldı?”

Tarikat, şeyh…

Bazı tarikatler iyidir. Türkiye coğrafyasının dışında olunca daha da iyidir.

İslam

Bazı dini gerçekleri vaaz ya da nasihat şeklinde verelim. İslamcıların da hoşuna gider. Meclis Başkanı ve Başbakan da övgü dolu sözler söyler.

Milliyetçilik

Her zaman satar. Ergenekon, Manas Destanı, Boğaç Han falan gibi çok eskilerde kalmış değerler aynı etkiyi sağlayamayacağı için dini motiflerle desteklenmesi gerekir. Milliyetçiliğin meşruiyetini sağlayan İslam, pek de dindar takılmamanın gerekçesini oluşturan da milliyetçiliktir. Vaziyeti idare ediyoruz işte!

Mafya

Mafya zalime zulmeder, mazlumunsa dostudur. Kanun tanımazlığının meşru temelini bu oluşturur. Kötü mafya da vardır, ama iyi mafya onu alt eder.

Küresel karanlık örgütlenmeler

Sağda solda konuşulan, komplo teorileri kitaplarında yer alan bazı bilgileri de okültik malzemelerle birlikte boca edersek müşteri küçük dilini yutar ve “Vay be! Dünyada neler oluyor.” der.

Derin devlet

Bunun da iyisi kötüsü vardır. İyisi satılabilir. Doğu Paşa iyidir, ama Batı Paşa olmaz!

Derin devletin adamları

İyi derin devletin adamları da iyidir. Kötü derin devletin adamları vahşidir.

Sufilik

Sufiliği temsil eden, hikmetli sözler söyleyen, geleneksel ebru sanatıyla falan uğraşan nur yüzlü bir amca iyi satar.

Türküler, dini müzik...

Halkın genlerine işlemiş, bir oradan bir buradan halk türkülerinin de müşterisi çoktur. Dini müzikten esinlenmeler, ney falan da fena satmaz.

Okkalı laflar

Örneğin Kemal Tahir’den atasözlerine kadar "İki kişinin bildiği sır değildir.", "Sonunu düşünen kahraman olamaz.", "İntikam soğuk yenildiğinde lezzetli aştır.", "Rüzgar ne kadar sert eserse essin kayadan alıp götüreceği tozdur." gibi satışı olabilecek tüm okkalı laflar diziye serpiştirilsin.

Etkileyici siyasi analizler

Sağda solda konuşulan, ancak kimi zaman ciddiyeti tartışıldığı, kimi zaman da kırmızı çizgilerin arkasında kaldığı için pek yazılmayan Türkiye, bölge ve dünyayla ilgili siyasi analizler "ifşa" yaklaşımıyla aktarılırsa hem itibarımız artar hem de müşterimizin kalitesi...

Liste uzatılabilir. Diyeceğim şu: Kurtlar Vadisi’nin başarısı “çorba” olmasından kaynaklanıyor. Halkın damak tadına uygun bir çorba… Bizim damak tadımıza uymuyorsa, tabii ki eleştirelim. Ama bunu anlayalım. Ve bir “para kazanma” operasyonunu yücelterek ona farklı anlamlar yüklemeyelim. Adamlar, şimdiye kadar yüzüne pek bakılmayan “değerleri” oradan buradan cımbızlayarak zekice satışa sunuyor. Benim baktığım yerden de olay bu kadar yalın görünüyor. Ayrıca, hangi değerlerin “para” edip hangilerinin etmediği de bu kısa listeden belli oluyor. Susurluk'la birlikte karanlık ilişkilerin beli kırıldı derken, gördüğünüz gibi bu ilişkiler nasıl da "değerli bir meta" olarak satılabiliyor. Kimi suçlayalım, "satan"ı mı, "alan"ı mı, yoksa her ikisini mi?


Milliyetçilik kuramları biraz karmaşıktır. Kimi düşünürler milliyetçiliğin icat edildiğini, kimi keşfedildiğini, kimi ise hayal edildiğini söyler. Kapitalizmin, pazarları standardize etmek için ulus ve ulus devletler yaratma çabası sonuçlarının, aynı zamanda milliyetçi ideoloji ve hamasetin doğuşunu sağladığını söyleyenler de var. Her ne olursa olsun, milliyetçi değer ve duygulanımlar, tek başına insana dışarıdan empoze edilebilir şeyler değil; ama tabii ki harekete geçirilebilir.

Yani bana göre, bu olayda ne bir icat ne de bir hayal söz konusu... Tamamen keşif.

İşin başı ve sonu satış... Bunun böyle olması, elbette hiç kimseyi etik ve entelektüel sorumluluğa davet etmemizi engellemez. O başka.

Sadece anlayalım. Özellikle pazarlama ve reklam erbabının buna kafa yorması gerekir. Suçlamalarla geçiştirilemez.

Edit [ 19 ŞUBAT 2006 ]

Ali Saydam da, 19 Şubat 2006 tarihli sabah gazetesinde konuyla ilgili bir yazı yazdı. Buraya alıyorum:

Deşifre için tadımlık 3 tüyo!

Haftalarca, günde ortalama 6 saat 'Kurtlar Vadisi' CD'lerini izledim ve içindeki iletişim kilidini çözdüm; diziyi deşifre ettim dedim ya... Aldığım epostanın haddi hesabı yok. Acaba nasıl deşifre etmişim diziyi? Ben de onlara "Tembellik yok. Siz de izleyin. Sonra tartışalım" diye yanıt veriyordum. Çünkü gördüm ki, bir tek bölümünü bile izlemeden fikir sahibi olmak isteyenlerin haddi hesabı yok.
Yine de bugün üç kilit noktaya değinmeden duramadım. Tadımlık... Birincisi dizide yer alan 'öz deyişler'. Bunların seçimindeki bütünlük. Halkın özlem ve değerlerini bire bir yansıtması. Kemal Tahir'den Şeyh Şamil'e, Mevlana'dan Osman Pamukoğlu'na...
İkinci kilit nokta ise pekçok kişinin gözünden kaçan iki 'kahraman': Ömer Baba ve Deli Hikmet. Ömer Baba kamu vicdanını simgeliyor; Deli Hikmet kamu oyunu... Ömer Baba halkımızın ruhuna sesleniyor; Deli Hikmet aklına...
Gelelim üçüncü kilit noktaya: Orada önceleri Aslan Bey vardı. Sonraları Doğu Bey. Onlar da 'Kerim Devlet' ile ilgili içimizdeki derin izlere ve taleplere sesleniyorlar.
Dördüncü nokta, Konsey. Kötünün simgesi...
Alın bu dört ayağı, bakın diziden ne kalıyor geriye.
Peki Polat neremize sesleniyor?... O da ileride. Dedik ya, tembellik yok!


OKUMA PARÇALARI:
Vadinin Omurgasız Türkleri | Şahin Tekgündüz
Kurtlar Vadisi ve Pazarlama | Mustafa Zeyrek