Hazır bir Amerikan imajınız var, yani bardağın yarısı dolu, bu durumda bardağın tamamını doldurmak için enerji ve kaynak harcamanıza gerek kalmaz, boşluğu doldurursunuz, olur biter. Markalarına bu desteği veren ülke sayısı da bir elin parmaklarını geçmez; ABD, İtalya, İsviçre, Fransa, Almanya, İngiltere, Japonya… Güney Kore gibi yeni yeni bu kervana katılanlar da vardır. Örneğin, zengin ülkeler arasında yer almalarına rağmen Kanada ve Avustralya’yı ilk elde bu listeye sokamıyoruz.
Nokia gibi ülke imajlarından destek almayan markaları da ne kadar takdir etsek azdır. Çünkü onlar, bardağın tümünü kendileri doldurmuşlardır. (Findandiya’nın, markanın önünü açmak için verdiği destekler konumuz dışıdır.)
Güven Borça “Bu topraklardan dünya markası çıkar mı?” sorusunu “Bölgesel markalar yaratabiliriz.” şeklinde cevaplar. Doğrudur, önemli nedenlerinden biri de dünyadaki Türkiye algısının bu anlamda bir işe yaramaması, hatta tam tersine zarar vermesidir diyebiliriz. Kolay değil, ama Türkiye algısından etkilenmeyecek, hatta bu algının düzelmesini sağlayacak Nokia’lar bekliyoruz, bu topraklardan… “Türkiye’nin markalaşması şart mıdır?” sorusunun cevaplarından biri de bu durumdur.

Bu iş böyledir. Biz kendi ülkemizin marka değerini arkamıza almaktan mahrumken, Türkiye’de, elalemin marka değeri katkılarıyla gömlek üretiriz, ayakkabı satarız, kravat satın alırız. Bunu da, marka sahibinin ruhu bile duymaz.
Bir gün bizim de, mesela Mehmet Kara, Nurettin Nalbant, Mustafa Sarı, Tansel Çivici, Mahmut Bahtiyaroğlu gibi isimlerimiz, değerli birer marka ismi olarak dünyada tedavüle çıkabilir mi, acaba?
Örneği İtalya'dan verdik, ama onunla sınırlı olduğunu düşünmeyin.
Bu, hukuken marka taklidi konusuna giriyor mu?