24 Kasım 2007 Cumartesi

| Şu tuzluğu uzatır mısın?

Sürecin ayrıntılarına girmeden söyleyecek olursak, iletişimin başarısı için, kaynağın kime iletim yapacağı (hedef kitle), ne ileteceği (mesaj), nasıl ileteceği (ton ve temalar), nerede ileteceği (mecralar), ne zaman ileteceği (zamanlama) ve kaça ileteceği (bütçeleme) sorularına cevap aramak gerektiğini biliyoruz. [FOTOGRAF: POISONOUS CAT]


Daha önce iletişimde “ne” ve “nasıl”ın birbiriyle ilişkisini irdeleyen “Bu reklamın yu-es-pi’si ne oluyor şimdi arkadaşlar?” ve “Güzellik bizzat mesajın kendisi olur bazan...” başlıklı iki yazı kaleme almış, başka yazılarım arasında da konuyla ilgili görüşlerimi dile getirmiştim.

Bir psikoloji deneyi... Amerikan üniversitelerinden birinin kampüsünde kızlı erkekli yirmi grup oluşturup yirmi dakika içinde birbirlerine sadece tek bir şey söylemelerine izin verilir. Ama aşk ve sevgiyle hiç de ilgisi olmayan bu sözü arkadaşlarına tutku, aşk ve sevecenlikle, bir aşığın sevgilisine “Seni seviyorum.” derkenki duyguyla söylemeleri istenir kendilerinden...

Sonuçlar büyük dilinizi bile yutmanıza yetecek kadar şaşırtıcıdır. Çiftlerin yarıdan fazlası deneyden sonra flört etmeye başlamışlar, hatta bir çift de daha sonra ilişkilerini evlilikle noktalamışlardır.

“Ne” söylemek istersen iste, “ne”yi “nasıl” söylediğin, “ne” söylediğini de belirleyen bir husustur. “Ne”yi “kim”in söylediği de öyle tabii ki... Söylenen sözler, mesajın sadece küçük bir bölümünü oluştururlar.

Bu örnekte ise “ne” söylediğinin neredeyse hiçbir önemi kalmamış, “nasıl” söylediğin tek belirleyici oluvermiştir. Ses tonu, ses yüksekliği, konuşma hızı, bakışlar, belki bazı jest ve mimikler alelade bir lafı bir aşk mesajına dönüştürmeye yetmiştir.

Laf neydi diye merak ettiniz tabii... Başlıkta yazmıştım: “Tuzluğu uzatır mısın?”