Ali Saydam’ın birçok şeyini seviyorum da, kullandığı eleştiri yöntemine hasta oluyorum. Yani gerçekten asap bozacak cinsten... Belki bunu benim gördüğümden daha fazla yapıyordur, ama bu yöntemi kullandığı iki eleştirisine rastlamış ve bunlarla ilgili görüşlerimi de yazmıştım. [1] [2]
Ne mi yapmıştı? “İmaj” kavramına yüklenmeye başlamadan önce, önce kendine göre bir tanım yapmış, “imaj”ın terminolojik karşılığını ve kavramsal derinliklerini hiç kaale almadan, psikoloji ve bilişsel bilimlerin (cognitive sciences) hiç yanına uğramadan, Hıncal Uluç gibi konuyla uzaktan yakından ilgisi olmayanlardan feyz alarak “imaj yapmak” gibi, “-mış gibi yapmak” gibi popüler algıdaki yamulmuş eciş bücüş halini karşısına almış ve tabii ki istediği gibi hırpalamıştı. Vallahi, versinler elime öyle “imaj”ı, dedem de hırpalar demek ayıp kaçacak şimdi, ben de hırpalarım.
Oysa Ali Saydam’ın, kendisini “piyasadan” saysa bile, “imaj”ı en azından bir akademisyen titizliğiyle, efrâdını câmi ağyârını mâni (Çevirmiyorum, buna bakın!) bir şekilde ele alıp ondan sonra eleştirebilecek bir birikime, olmasa bile bunu oluşturabilecek yeteneğe sahip olduğunu, böyle basit yöntemlere başvurmadan da bunun altından kalkabileceğini düşünüyorum. Düşünüyorum, çünkü sol sütunda gördüğünüz gibi, bu blogda da kendisinin değer verdiğim görüşleri zaman zaman yer aldı ve almaya da devam edecek. Ayrıca, eğer bir nebze varsa kişisel birikimimde kendisinden de birkaç tuğla üst üste koymuşumdur mutlaka... Akademisyenlerin ısınamadığım bir sürü özellikleri yanında, bu taraflarını çok seviyorum; karşı çıktıkları bir görüşü bir çuval dolusu alıntı ve referansla objektif bir biçimde aktarmadan asla saldırmazlar. Bir nevi “Düşmana karşı adil ol!” düsturu yani...
Ali Saydam, şimdi de, yine tuhaf bir eleştiri yöntemiyle “Yapı Kredi logosu tamamdır” fetvasını vererek şöyle devam etmiş Akşam’daki köşesinde: “Akademik ortam dışında uzmanlık kendinden menkuldür... Akademisyenler ise ancak pratik uygulamalar içinde pişebildikleri ölçüde akademik otorite olmanın ötesinde sektörel otorite haline gelebilirler... Amatör gözlerin yeni logoyu yadırgamaları bu nedenle doğaldır.”
Yani demek istemiş ki, ben bu işin akademisyeni değilim, ama uzmanıyım. Akademi dışındaki uzmanlık ise (iyimser bir tercümeyle) doğuştan veya piyasada kendini yetiştirmekle olur. (Bir parantez daha... İyi niyetli tercümeden kastım şuydu; “kendinden menkul”ü, kendisinin sık kullandığı bir deyimle söylersek kendi ayağına kurşun sıkacak şekilde kullanmış Ali Saydam, çünkü bu deyim “kerameti kendinden menkul”den kısaltmadır ve “Aslında bir numara yok da, kendi kerametlerini kendisi nakleder, bizden de inanmamızı bekler, ama biz yemeyiz!” mealindedir.) Akademisyenler ise, boşuna ahkam kesip durmasınlar, ancak pratik uygulamalar içinde kendilerini yetiştirirlerse akademik otorite olmanın ötesinde benim gibi sektörel otorite (Bu ne demektir, duyan var mı? Tercüme edemedim!) haline gelebilirler. Ancak benim gibi sektörel otorite haline gelebilme becerisi gösterebilirlerse profesyonel olabilirler. Profesyonel bir göz de “tastamam” olan yeni Yapı Kredi logosunu yadırgamaz. Amatör gözlerin yeni logoyu yadırgamaları ise sektörel otorite olamadıkları için doğaldır.
Asabım bozulduğu için neresinden başlayacağımı karıştırdım. Durun biraz sakinleşeyim.
Öncelikle şunu belirtelim. Ali Saydam’ın bu yazısının bana, ya da amblem-logoyla ilgili değerlendirmelerime yorumlarıyla katılan diğer arkadaşlara yönelik olmadığı çok açıktır. Tartışmaya katkıda bulunanlar arasında akademisyenler olmasına karşın, en azından ben akademisyen değilim. Sektörel otorite miyim? O ne demekti? Uzman mıyım? E, tabii! Hele amblem-logo konusunda kendimi Ali Saydam’la mukayese etmem yaşıkışıksız olur; çünkü Sayın Saydam herhalde hayatında bir tane bile amblem-logo imal etmemiştir. Peki bu durum, onun logo hakkında görüş beyan etmesine engel teşkil eder mi? Asla! Ama böylesine, kendisinin amatör bile olmadığı bir konuda, kendisini “kendinden menkul” bir makama yerleştirerek ve insanları tahkir edip amatörlükle suçlayarak değil.. Hiç değil!
Konuyu bloglar arasında eni konu irdeleyen bir ben [1] [2], bir de Bigumigu oldu. Basında ise Sabah gazetesinin iletişim yazarı Nuran Yıldız değindi... Ali Saydam’ın, bizi muhatap alacağını, hatta burada konuyla ilgili yapılan tartışmaları okuduğunu sanmıyorum. Eğer okumuş olsaydı, belki bu kadar fütursuz kalem oynatmazdı. Bu suçlamalar tabii ki Doç. Dr. Nuran Yıldız’a karşı yapılmış olabilir. Peki öyleyse bana ne oluyor? Hakkaniyet duygusu bir yana, hiç kimse, bulunduğu ortamın koşullarının zorladığı bir rekabet insiyakıyla da olsa, üzerinde oturduğu dalın yapraklarını yolmamalı da onun için... Zaten benim, Nuran Yıldız savunması yapmak haddim değil, herhalde ihtiyacı olmadığı gibi ona bir yararı da olmaz. Eğer isterse kendisi, zaten bir günlük gazete yazarı olarak muhatabıyla eşit koşullarda olduğu için kendi savunmasını hakkıyla yapabilir.
İşin bir yanı da, Saydam’ın bir çırpıda verdiği fetvanın benim burada çene patlattığım konulara ve ileri sürdüğüm iddialara “usulsüz” bir biçimde tecavüz anlamı taşımasıdır elbette. Kendisinin böyle bir niyeti olmayabilir, ama sonuç budur. Amatörlük asla kötü bir şey değildir. Ancak Sayın Saydam, benimsediği bu “usul”ün kendi görüşüne katılmayan ve amatörlükle itham ettiği bir sürü profesyonelin doğal olarak “tahkir” ve “tezyif”i anlamına geleceğini bilmeyecek durumda da değildir. Yani cevap hakkı doğmuştur.
Yine de ben, konunun özüyle ilgileniyorum ve “sektörel otorite” olmasam da bir “profesyonel” olarak diyorum ki “Hayır, Yapı Kredi logosu tamam değildir!”
1.
Her şeyden önce, banka birleşmeleri sonucu kurum görsel kimliğinde de bazı değişiklikler yapılmasının doğal olduğunu ilk yazımda ben de belirttim. Doğaldır. Zaten henüz logoyu görmeden yazdığım ActiveLine dergisindeki köşemde ve buradaki ilk yazının giriş bölümünde de Yapı Kredi-Koçbank birleşmesinin doğru şemsiye altında yapılmış olduğunu vurgulamıştım.
2.
Ancak “koç başı”nı görünce şiddetle yanlış olduğunu söyledim.
3.
Grafik sanatı açısından değerlendirmeler Bigumigu’da yapıldı. Ben pek o konuya pek girmemeye çalıştım. Zaten, tartışmanın “temel”den yapılması ancak bir fayda üretebilir. Tutulan yol yanlışsa onun üzerine inşa edilen şeyleri tartışmanın çok da bir yararı yok.
4.
Genel Müdür, çok “net” olan açıklamasınde ne diyor: Leylek figürü büyümeyi, koç boynuzu figürüyse Koç Holding’in gücünü temsil ediyor. Ali Saydam da bu açıklamaya destek veriyor. Ben de tam buraya itiraz ediyorum zaten. Leylek figürü her neyi temsil ediyorsa etsin, bunun şu aşamada önemi yok. Ancak, koç başı figürü Koç Holding’in tek başına gücünü değil, külliyen her şeyini temsil ediyor. Asıl sorun da burada ya! Yapı Kredi markasının değerleri arasında yer alan leylek figürü de artık leylek falan değil, o markanın bir parçası, kolu veya kanadıydı. Yeni sahip, bunu istediği gibi boğazlayarak ister kızartma, isterse haşlamasını yapabilir, bunun yerine de mesela kartal ya da arslan başı koyabilirdi. Benim temel itirazım Koç Holding’i temsil eden koç başının Yapı Kredi’ye de monte edilerek ortak kullanıma sokulmuş olmasıdır. Ali Saydam, bunu kendi gerçek uzmanlığı noktasından doğru buluyorsa, emin olun kendi külliyatından bunu yanlışlayan görüşler bulurum. Şimdi zamanım yok.
Önceki yazıda da şöyle demiştim: “Koç başı bir temsil simgesidir. Zavallı neyi temsil etsin, koskoca bir holdingi mi, yoksa koskoca bir bankayı mı? Yine koç başı bir değerler taşıyıcısıdır. Zavallı neyi taşısın, koskoca bir kurumsal yapının, yani holdingin değerlerini mi, yoksa günün yirmi dört saati tüketiciyle iletişim halinde olması gereken bankanın değerlerini mi? Bizim koç her ikisini de taşır derseniz kendinizi aldatırsınız. Zavallı bir hayvana bu kadar da yüklenilmez ki?”
5.
Bana göre, adı Yapı Kredi olan yeni bir Koçbank yaratılmıştır. Olay budur. Koçbank nasıl Koç’un bacakları arasında bir türlü rüştünü ispatlayamadıysa, aynı arıza burada da söz konusu olmuştur. Yapı Kredi adı bunu engellemeye yetecek mi, göreceğiz.
6.
Her amblem-logo, güzel çirkin, büyük küçük, birçok noktadan eleştirilir. Üstüne vazife olan da tartışır, olmayan da... Kimseye de tartışmayın diyemezsiniz. Ancak, buradaki durum, Sayın Saydam’ın ifade ettiği gibi “yine amatörlerin yadırgadığı” Hürriyet ve Arçelik logolarıyla hiçbir analoji imkanı vermez. Tabii tartışmalar dışında... Her kurum ya da marka, layık olduğu logosuna kavuşur ve kullanır, ömür boyu onları tartışacak değiliz. (Kurum görsel kimliği konusuyla biraz daha yakından ilgilenenler “Bonne pour l’orient!” başlıklı yazıma göz atabilirler. Orada birazcık uzmanlık durumlarına değiniyorum, yararlı olur.) Ancak Yapı Kredi’deki koç başı ömür boyu Koç’un koç başı olarak kalacak ve yukarıda sözünü ettiğim aksak durumunu ömür boyu sürdürecektir.
Ali Saydam, eğer logo tamamdır iddiasında ısrarkar olacaksa önceki yazımda ifade ettiğim şu görüşlere de karşı çıkabilmelidir: “Şirketler markalarını kendilerinden bağımsız bir değer olarak konumlandırabilmelidir. Mesela Koç grubu Koçbank’ı elinden çıkarmayı kararlaştırmış olsaydı, yalnızca ‘franchasing‘ değerini satabilirdi. Veya Çukurova grubu, bankayı devraldıktan sonra adını Çukurovabank şeklinde değiştirseydi, bugün Koç grubunun elinde Yapı Kredi gibi değerli bir marka olmazdı. İlla satılacak diye söylemiyorum, ama doğru marka yaratım ve yönetimi için zihnimizi böyle çalıştırmalıyız.”
7.
Son takıldığım noktaya da değineyim. Ali Saydam yine aynı yazısında demiş ki: “Daha koyu, daha güçlü bir renk seçmiş. Bizce doğru da yapmış.” Hadi buyurun! Şimdi, en azından renk konusunda ben, sektörel otoriteyi dinlemektense akademik otoriteye tabi olmayı tercih ederim. Gri gibi renksizliğin sembolü bir rengin, frekans ve dalga boyu (~ 625-740 nm) en geniş renk olan kırmızıdan daha güçlü olduğunu iddia ederseniz, “sektörel otorite” olma makamınızı çok ucuza heba etmiş olmaz mısınız?
Eski yazılarda ve Bigumigu’da, Ali Saydam’ın görüşlerinin aksine birçok husus gündeme getirilmişti, o nedenle burada kesiyorum. İsteyen onlara tekrar göz atabilir. Eleştiri adabı sorunu olmasaydı, bu yazı da hiç yazılmazdı zaten.
Yapı Kredi Reklam Filmi
Fırsat doğmuşken bir ek yapayım bu yazıya... Bazı dostlar, yeni görsel kimlikle ilgili bu kadar kelam ettikten sonra niye reklam filmine değinmedin diye sorarlar... Öncelikle, benim derdim burada görsel kimlik ya da reklam filmi eleştirileri yapmak değildir. Yapı Kredi’nin yeni görsel kimliği bana göre ciddi hatalar içeren bir “vaka”dır. O nedenle inceledim. Görsel kimlikle birlikte bir “konumlandırma” yanlışı yapıldığına göre, reklam filmi eleştirisinin bize bir yararı yok ki! Bir sürü öyle filmler izliyoruz işte... Bu da güzel bir film, ama o kadar!
Madem orucu bozdum, bir iki şey söyleyeyim. Film, gerçekten güzel... Bakın, güzel diyorum, başka bir şey demiyorum. Bir de vallahi, helal olsun, çok uğraşılmış. Hem prodüksiyon hem de post-prodüksiyon aşamalarında epeyce ter dökülmüş. Her şeyden önce filmin kendi rengi var. Planlar, kurgu, her şey iyi... Özellikle ilk birkaç plana resmen bayıldım. (Biraz yunusların sayısı mı fazla?) Yağmurdan kaçış planları, özellikle de deniz planlarının ardına bağlanan, kadının suların üstünden atlayarak koşuşu muhteşem.
Yalnız film belli bir yerinden sonra baştaki tadını kaybediyor. Gökkuşağına hayran hayran bakmalar, yine diğer absürd doğa olaylarına şaşırmalar... Yani, bankacılar gerçekten kendilerinde olağanüstü bir güç mü vehmediyorlar diye kuşkulanacağım. İş Bankası’nın filmi için de yazmıştım, bizi kendilerine tabi kılan “big-brother”larımız sanki bankalar! Bir tek gökten Cebrail gibi inmedikleri kalıyor. Ne diyeyim?
Müzik... Bence daha önce birkaç markanın da kullandığı bir stok müzik tercih etmek, böyle bir konjonktürde ve böyle önemli bir kampanyada yakışmamış Yapı Kredi’ye... Filme özel üretilmediği için de sonu, maalesef “fade out”la bitiyor, kekre bir şekilde.
Daha iyi yorumlar için, siz en iyisi mi “Bigumigu”ya bakın!