1 Ağustos 2007 Çarşamba

| Seçmen imaja değil de karizmaya oy verdi demek ne demek, anlayamadım!

Akşam gazetesi, AKP’nin tanıtımdan sorumlu genel başkan yardımcı Prof. Dr. Edibe Sözen’le bir söyleşi yapmış. Sözen, bu söyleşide seçim sonuçlarıyla ilgili bir değerlendirme yapıyor ve diyor ki: “Seçmen imaja değil karizmaya oy verdi.” Ve devam ediyor: “İnsanlar artık imaja aldırış etmiyor, imajdan çok gerçekliğe dönüş var. Bütün dünyada bu trend var, Türkiye’de de bunun yansıması var. Yani, imaj öldü, yaşasın gerçeklik. ‘İmajmaker’lığın zayıf kaldığı bir seçim oldu.” [FOTOĞRAFLAR: PIMENOFF]


Yukarıda Sözen’den yaptığım iki alıntıdan özellikle ikincisi kimi tahrik eder sizce? Tabii ki Ali Saydam’ı... Etmiş de! 27 Temmuz 2007 tarihli Akşam gazetesindeki köşesinde bu cümleden yola çıkarak kendi ifadesiyle “ağır naftalin kokulu bu demode kavramı” ağzına alanlara abanma zevkini kaçırmamış. Hem de “Edibe Sözen’den imajcılara tokat!” başlığıyla...

İmaj ve algı konusunda çok yazmış ve “Ali Saydam ‘edebiyat yaptığı’ için tartışma boşluğa düştü!” başlıklı bir yazıyla da tartışmayı kendimce noktalamıştım. Söyleneceklerin önemli bir kısmını dile getirdiğim için burada tekrarlamayacağım. Ancak, Ali Saydam’ın Bektaşi mantığına, Edibe Sözen Hoca’nın da söyleşideki mantıksal çelişkisine dokunmadan edemeyeceğim.

Dikkat ettiyseniz Ali Saydam, Akşam’cıların başlığa çıkardığı “Seçmen imaja değil karizmaya oy verdi.” cümlesini tümden görmezden gelmiş ve söyleşinin en önemli iddiasını es geçmiş. Acaba neden? Çünkü karizma ile imaj arasındaki ilişkiyi irdelemeye kalktığımızda işler biraz karışabilir! Oysa Hoca’ya, imajcılara tokat atmasını sağlayacak “İmaj öldü, yaşasın gerçeklik.” iddiası yetiyor.

Hani Hocam, “algı ne ise gerçek o”ydu. Yaptığınız alıntıda Edibe Sözen’in dile getirdiği “gerçek” o değil ki! Anlaşıldığı kadarıyla, o “gerçek”, sizin “algı”nızın da karşısında olan bir “gerçek”... Yani Sözen, cümleyi şöyle de kurabilirdi: “Algılama yönetiminin falan sonu geldi, yaşasın gerçek!”

Şimdi de Edibe Hoca’ya sorayım. Hocam, “insanlar artık imaja aldırış etmediğine, imajdan çok gerçekliğe dönüş olduğuna, yani imaj öldüğüne” ve “seçmen imaja değil karizmaya oy verdi”ğine göre sizin “gerçek” dediğiniz şey “karizma” mı oluyor? Yani, yaşanan çatışma “imaj”la “karizma” arasında mı, yoksa “imaj”la “gerçek” arasında mı? Uğraştım uğraştım, ama problemi bir türlü çözemedim.


Ben söyleyeceğimi söyleyeyim de, içim rahat etsin.

Sosyal bilimler literatürüne Max Weber tarafında sokulmuş olan “karizma”, köken itibariyle de Katolik ilahiyatında Allah’ın insana, özellikle “erkek” insana bahşettiği ruhsal ve büyüleyici güç anlamına geliyor. (Yani, kadından karizma çıkmaz:) Karizmatik kişiliğin, insanlığın ortak kodlarıyla ilgisi olduğu gibi, etnik kültür kodlarından da asla bağımsız değildir. Yani, Türkiye’de karizmatik olanın İsviçre’de saat fabrikasında işçi, Rusya’da patates çiftçisi olarak “algı”lanması ve bambaşka bir “imaj” olarak teşekkül etmesi çok doğaldır.

Öyleyse karizma, algılardan bağımsız değildir ve insanların algı sistemleri üzerinden zihinlerine yerleşen bir kişisel imajdan ibarettir. O nedenle de kestane gibi çabuk çizilir, çizilince de bir türlü tamir olmaz. Ussal bir “gerçek” hiç değildir, gerçekten de “ruhsal”ve “tanrısal”dır. Mesela algılardaki karizmatik kişilik imajı çiş yapmaz, sevişmez, sevişirse bile James Bond havasında sevişir, öpüşürse Clark Gable gibi öpüşür, geğirmez, yellenmez, merdivenden yuvarlanmaz, attan düşmez, yemek yerken ağzını şapırdatmaz, uyurken horlamaz, falan filan. Bunların “gerçek”le ilgisi yoktur, sadece bir “imaj”dır, ama “gerçek”liğin “imaj”ı sürekli beslemesi elbette kaçınılmazdır. Karizmanın, nesnel gerçeklikle ilgisi olduğu muhakkaktır, ama sonuçta kişisel imajın zirvesidir. Zaten algı ne ise, aslında gerçek de o değil midir?

Hatta, aynen imajda olduğu gibi “iyi karizma” ve “kötü karizma” da vardır. Yani iyisi “tanrısal”sa, kötüsü “şeytani”dir.

Karizma, biraz Allah vergisi, ama biraz da kul yapımıdır. Bu nedenle, hadi “image-maker” deyip Hoca’yı kızdırmayalım, ama mutlaka bir kula, yani “charisma-maker”e ihtiyaç vardır. En azından “çizik”lerden korunmak için!..

İletişimin tamamen kodlar üzerinden yapıldığını bilen bir iletişim hocasının, imajın öldüğünü söylemesi akıl alır bir şey değildir. Kendisi de bilir ki AKP’ye oy veren 16 milyon seçmenin zihninde, ortaklaşan çok şey olmasına rağmen tam 16 milyon farklı “lider imajı” vardır. 16 milyon “gerçek” Tayyip Erdoğan yaratıp bunları kulaklarının deliğinden insanların zihinlerine sokmak ise bilim-kurgu filmlerinde bile abuk kaçar.

Köken itibariyle hocaysa bile, siyasetçinin ortak özelliği, lafın nereye gideceğini kestirememesi olsa gerek!

Ali Saydam’a gelince... Bu Bektaşi tavrıyla, doğrusu hep kendi “imaj”ına zarar veriyor. “Image-maker”a değilse bile, bir “image-saver”a ihtiyacı olduğunu düşünüyorum.