Fıkrayı bilmeyen yoktur; Nasrettin Hoca bir gün, günlük elbisesi ile bir törene katılır. Fakat kimseden itibar görmez, yemek sofrasına da çağrılmaz. İtibarın elbiseye olduğunu anlayınca eve gider, üstünü değiştirerek yeniden törene döner. İhtişamlı kürküyle Hoca’yı görenler hemen yemeğe davet ederler. Hoca sofraya oturur oturmaz tabağa kürkünü uzatarak “Ye kürküm, ye!” diye söylenmeye başlar. Yanındakiler “N’oluyor hocaefendi, hiç kürk yemek yer mi?” diye sorunca “Ne münasebet! Bu sofraya oturmamı bu kürk sağladı, yemek de onun hakkıdır!” der.
Walter Benjamin’in tamamlanmamış Pasajlar Projesi’ni Görmenin Diyalektiği adlı hacimli kitabıyla yorumlayan Susan Buck-Morss, Moda başlığı altında şunları yazar: Moda yalnızca bir “zaman ölçüsü” değildir; aynı zamanda özne ile nesne arasında meta üretiminin “yeni” doğasının bir sonucu olan değişmiş ilişkiyi cisimleştirir. Modada metaların fantazmagoryası deriye sıkı sıkıya yapışır –tene en sıkı baskıyı uygular. (...) Giyim özne ile nesne, birey ile evren arasında, sözcüğün en gerçek anlamıyla sınır çizgisindedir. Konumlanışı kuşkusuz tarih boyunca sahip olduğu simgesel önemi açıklar mahiyettedir. Ortaçağda “münasip” kıyafet diye toplumsal düzen damgasını taşıyan şeye deniliyordu: Kozmetik, ilahi takdirce düzen bulmuş bir evrenin yansıması ve kişinin bunun içindeki yerinin bir göstergesiydi. (Susan Buck-Morss, Görmenin Diyalektiği, Çev. Ferit Burak Aydar, Metis Yayınları, İstanbul, 2010, Sa. 117)
Grandville’e ait yukarıdaki gravür (1844), “Modaya uygun insanlar toplum içinde kılık kıyafetleriyle temsil edilir.” altyazısıyla adı geçen kitapta yer almaktadır.