Fırsat maliyeti (opportunity cost) ne demektir? Ya da alternatif maliyet? Şöyle bir örnekle anlatayım: Zengin bir açık büfe kahvaltıda, onlarca enfes yiyecek-içecek karşısında bazı seçimler yapmak zorunda kalırsınız. Çünkü çeşit çok, ancak “yeme kapasitesi” sınırlıdır. İşte servis tabağınıza almaktan “feragat” ettiğiniz her çeşit yiyecek veya içecek fırsat maliyetidir. [FOTOĞRAF: MIKE PRO]
Kavram, “İktisada Giriş” dersinin konularının arasına sıkışmış basit bir mesele gibi algılanabilir, ama mesela, marka konumlandırırken yapacağımız segmentasyon çalışması da, çok açık ki fırsat maliyetini göze almayı gerektirecek önemdedir. Yani A SES grubuna yönelik konumlandırdığınız markanın C SES grubundan “feragat” etmesi kaçınılmazdır.
Aslında strateji de birçok şeyden feragat edilerek, bir “evet”i bulmak için çok kez “hayır” demeyi bilerek/becererek oluşturulmaz mı?
Genelde “feragat” kültürüne sahip bir toplum olduğumuzu düşünürüm, ama “Hepsi benim olsun.” ya da “Ben herkese satarım.” diye diretenleri gördükçe her seferinde bu inancım bir kez daha sarsılıverir. Oysa “Çok tamah çok ziyan getirir.” diyen de biziz.
Yazılarını okumaktan büyük keyif aldığım, eski reklam yazarı, (Belki hâlâ da öyledir, orasını bilmiyorum.) yeni köşe yazarı (önce Radikal, şimdi Taraf) Gökhan Özgün’ün muhteşem bir analizine rastladım bugün... Adam ne de olsa reklamcı, işi biliyor. Taraf’ta yer alan bugünkü yazısında diyor ki: “Bir ‘jip cumhuriyeti’ olan memleketimde, fırsat maliyeti kavramı burjuvazimizi ilgilendirmez. Türkiye’de yalnızca fırsatlar vardır. Bir fırsatı tercih etmek, sizi başka fırsatlardan mahrum etmez. (Mahrum ediyorsa, enayi yerine konursunuz.) Bunun en iyi örneği CHP’dir. CHP’nin, bir başka diyarda meczup diye nitelendirebilecek iletişim stratejisi hem demokrat, hem cuntacı, hem milliyetçi, hem enternasyonalist, hem anti-emperyalist, hem Avrupa Birlikçi ve hem vesaire vesaire hem de vesaire vesaire’dir. Nasılsa böyle bir ‘ramazan paketi’ bedava. Bir fırsat maliyeti yok.”
Sadece, “Bir fırsat maliyeti yok.” yargısının çok uzun vadeyi kapsayamayacağına, “Her şey benim!” açgözlülüğünün bir gün duvara toslayacağına dair inancımı koruduğumu söyleyerek bir iyimserlik göstereyim de, “kendi kendini gerçekleştiren kehanet” bu yönde gerçekleşmiş olsun.
Bu yazının sonunda da, elinize, stres topu (ya da nurtopu) gibi iki sözcük tutuşturmuş olayım: Açgözlülük ve feragat.
Not: Sevgili Tarafçılar, allahaşkınıza şu sitenizi bir hale yola koyun artık. Aylardır kasıp duruyorsunuz. O kadar zor bir şey değil ki bu!