8 Haziran 2007 Cuma

| “Kültür kodlarını bir kez öğrendiğinizde artık baktığınız şeyin aynı şey olmadığını göreceksiniz.”

BİRKAÇ GÜN ÖNCE, “TOPLUMUN KÜLTÜR KODLARINI BİLMEDEN PAZARLAMAYA MI SOYUNUYORUZ?” BAŞLIKLI BİR YAZI KALEME ALMIŞ, BU YAZIDA CLOTAIRE RAPAILLE’İN “THE CULTURE CODE” ADLI KİTABININ GİRİŞ BÖLÜMÜNDEN UZUN BİR ALINTIYA YER VERMİŞTİM. ŞİMDİ YİNE AYNI KİTAPTAN ALINTIYA DEVAM EDİYORUM. KONUNUN NETLEŞMESİ İÇİN, HEYACANLI BİR YERDE KESMEK ZORUNDA KALDIĞIM BU BÖLÜMÜ DAHA SONRA ÜÇÜNCÜ BİR ALINTIYLA DEVAM EDİP BİTİRECEĞİM. FAZLASI BELKİ TELİF HAKLARINI ZORLAYABİLİR. ZATEN BU KADARI DA YETERLİ OLACAKTIR. [FOTOĞRAFLAR: MIUKI]


Kültür kodu, bilinçaltında yer alan şeyleri –arabaları, yiyecekleri, ilişkileri, hatta bir ülkeyi– içerir. Bizler, bu kültürlerle doğarız. Wrangler jip örneğinde görüldüğü gibi, Amerika’da yaşanan deneyimler, Fransa ve Almanya’da yaşanan deneyimlerden çok farklıdır. Çünkü, her iki ülkede de, savaş ve işgal döneminin anıları çok güçlü olarak hafızalara yerleşmiştir. Kodlar, birçok farklılıklara ve sayısız ‘neden’lere dayanır. Bizler, bilinçaltımızdan gelen bu ‘neden’lerle büyürüz. Bir kültürün, diğer bir kültüre benzemediği ise çok açıktır. İnsanların çoğu bu değişikliklerin farkında bile değildir. Oysa bu farklılıklar, aslında bizim uygulayacağımız süreçlere de yön verirler.

Kültürel kodların keşif yolculuğuna 1970’in ilk yıllarında başladım. O yıllarda psikanalist olarak Paris’teydim. Klinik çalışmalarım esnasında geldiğim nokta; ‘duygusallık’ ile ‘öğrenme’ arasında net bir bağlantı bulan büyük bilimadamı Henri Laborit’in bilinçaltında var olmayan bir şeyin, sonrasında olmayacağı tespiti gibi, güçlü bir duygusallığın öğreticiliğinin kazanılacak deneyimlerden daha fazla öğreticiliğe sahip olmasıydı. Ailenin, çocuğuna, ocak üstündeki sıcak tencereden uzak durmasını söylemesi, çocuk elini tencereye uzatıp yakıncaya kadar ona bir şey ifade etmeyecektir. Çocuğun, elini yaktığı anda hissedeceği acı, çok yoğun bir duygusallık anıdır. Çocuk, “sıcak” ve “yanma”nın anlamları hiç hoşuna gitmese bile, öğrendiği şeyi bir daha asla unutmayacaktır.

Konrad Lorenz, bilinçaltında deneyim bileşenleri ve duyguların, o esnada bilinen şeyleri yaratarak kapsamlı bir etki sürecine girdiğini kanıtlayan kişidir. Bir keresinde oluşan “etki”, düşünce sürecini harekete geçirerek gelecekteki hareketleri şekillendirmeye başlar. Her “etki”, “Biz kimiz?” sorusunun bulunmasına yardımcı olur. Aynı zamanda, etkinin bileşenlerini tanımlar.


Yaşadığım kişisel etkilerden bir tanesi, Fransa’da, dört yaşında küçük bir çocukken, ailemin almış olduğu bir evlilik davetiyesiydi. Daha önce hiç Fransız düğününde bulunmamıştım ve düğünle ilgili hiçbir fikrim yoktu. Tek bildiğim şey, Fransız düğünlerinin, diğer kültürdeki düğünlere göre farklı olduğuydu. İki gün süren düğün eğlencesinde, herkes geniş bir masa etrafında toplanıp birbirlerinin şerefine kadeh kaldırıyorlardı. Zamanın büyük bir bölümü bu alan içerisinde geçiyordu. Masanın üzerine çıkarak şarkı söylediğim, sonrasında ise altına geçerek uyuyakaldığım ve hatta çocuklardan bir tanesini de baştan çıkartmaya çalıştığım, hatırladığım anılardan sadece birkaçı... Düğünde her çeşit yiyeceği bulmak mümkündü. İnsanlar, biraz daha yemek ve midelerinde yer açmak için bir bardak Calvados (Fransa’nın Normandiya bölgesinde yapılan çok sert elma içkisi, Ç.N.) anlamına gelen “le trou Normand” içiyorlardı. Bazıları ise sarhoş oluyor, sonra da doğru tuvalete gidip kusuyorlar ve arkasından tekrar yemeğe başlıyorlardı. Bütün bu gördüklerim, bir çocuk için olağanüstü şeylerdi ve aklımdan hiç çıkmayacak bir etki bırakmıştı. Ve o günden sonra bu yeme-içme anlayışı bana hep düğünü hatırlatmıştır. Hatta, Amerika’dayken gittiğim ilk düğün, beni, Fransa’daki geçmiş düğünlere götürdü. Kısa bir süre önce, karımla birlikte gittiğimiz –ki, karım da Faransa’da büyümüş bir kişidir– iki günlük bir ziyafetin anlamı, her ikimize de “evliliği” çağrıştırdı.

Bilinçaltımıza nüfuz eden her etki, Laborit’in çalışmasıyla tamamıyla netleşmiş durumdadır. Paris’teki klinik çalışmalarıma başladığımda, Laborit’in teorilerinden çok şey öğrendim. Özellikle, otistik çocukların duygu eksikliğinden dolayı öğrenememe teorisi, yapmış olduğum çalışmalara yol gösterdi. Etkileme konusu üzerine, vakıf aracılığıyla konferanslara katıldım.

Cenevre Üniversitesi’nde verdiğim konferansta bir öğrencinin babası bana yaklaşarak:

“Dr. Rapaill, ilgileneceğiniz bir hastam (müşteri) var.” dedi.

Her zaman bu gibi durumlarla karşılaştığım için “Otistik bir çocuk mu?” dedim.

“Hayır,” dedi gülerek, “Nestlé!” [ÇEVİRİ: FATOŞ KIRLI]