11 Nisan 2009 Cumartesi

| “Sri-Lankalı bir arkadaşım Türkiye’de çay üretimindeki özensizliği görünce ağladı!”

Türkiye’nin sayılı çay uzmanlarından, dostum Muharrem Uzunkavak’la Masste’nin Haziran 2001 tarihli 2. sayısında çay üzerine yapılmış bir söyleşi... Çaya ve sektöre biraz daha yakından bakabilmek için yararlı bilgiler içeriyor. Muharrem Uzunkavak kimdir? 1960’da Adana’da doğdu. 1984’te Çukurova Üniversitesi İngiliz Edebiyatı bölümünden mezun oldu. İncirlik Amerikan Üssü’nde bir yıl Housing Inspector olarak çalıştı. Ardından Sabancı Holding’e bağlı Sasa’da kambiyo uzmanlığı yapan Uzunkavak, üç yıl da Beta firmasında genel müdürlük yaptı. Bu dönemde uluslararası çay ticareti konusuna yoğunlaştı. Yaklaşık bir yıl Sri Lanka’da ikamet ederek çay ticaretinin yanı sıra konuyla ilgili araştırmalar yaptı. Özbekistan ve Kazakistan’da, Sri Lanka’nın son yedi yıldır çay alanında lider kuruluşu Akbar Brothers ile ortak çay ticareti yaptı. Halen yurt içi ve yurt dışında bazı şirketlere çay konusunda danışmanlık yapıyor.


Bizler çok çay tüketen insanlar olarak, biraz da ajansımız çay sektörüyle çok içli dışlı olduğundan, şöyle bir intiba var bizde; çay adeta bizim milli içeceğimiz… Oysa bildiğimiz kadarıyla çayın Türkiye’deki tarihi de o kadar eski değil. Türklerin çayla tanışması nasıl olmuş?

Dünyada kişi başına çay tüketiminde Türkiye üçüncü durumda. Sırasıyla İngiltere, İrlanda ve Türkiye olarak geçiyor kayıtlarda. Dolayısıyla, çay bizim milli içeceğimiz sayılabilir. Fakat Türkiye’nin çayla tanışması yaklaşık 60 yıllık bir mazi. Türkiye’de çay tarımının başlaması için Gürcistan’dan çay getirildi, uzun yıllar denemeler yapıldı. Bu ilk çay araştırmalarında Zihni Derin’in büyük emekleri var. İlk yıl 181 kg. çay üretildi. Bu çaylar Millet Meclisi’ne götürüldü; işte Türkiye’de çay üretiliyor, o savaş zamanlarında bu büyük bir hadiseydi. Şu anda ülkemizin yıllık çay üretimi yaklaşık 150-200 milyon kilo arasında değişiyor. Sadece Çaykur 150 milyon kilo üretiyor. 50 milyon kilo da özel sektör, yani 200 milyon kilo çay üretiliyor. 181 kilodan 200 milyon kiloya yükselen bir artış var.

Türkiye’deki üretim tüketimin ne kadarını karşılayabiliyor?

Tüketimin 170 bin ton civarında olduğu düşünülüyor. Yani üretim fazlası var. Çaykur yaklaşık 150 milyon kilo çay üretiyor. Bunun da yaklaşık 100 milyon kilosunu satıyor, geri kalan 50 milyon kilosunu stok çekiyor. Ve bu da devreden bir stok olarak devam ediyor. Tabii Türkiye’ye legal ve illegal yollardan giren yabancı menşeli çaylar var. Bunun da 30 bin ton civarında olduğu tahmin ediliyor.

Şimdi ilginç bir nokta var. Sizin de söylediğiniz gibi dünyada çay tüketiminde İngiltere, İrlanda ve Türkiye olmak üzere bir sıralama var. Fakat çayın kökenine gittiğimizde Çinliler’i, Japonlar’ı görüyoruz. Çin’de çay hâlâ güçlü bir üretim dalı mı?

Çok ciddi bir üretim dalı. Çin’de daha çok üretilen çay, yeşil çay.

Genelde Japon geleneklerinde çay içme törenleri görüyoruz. Japonlar’da nasıl çay tüketimi?

Japonlar’da çayın kutsal bir anlamı var. Aile meclisinde çay içme törenleri, seremonisi yapılıyor. Bu onlar için oldukça kutsal bir tören. Orada tüketilen daha çok yeşil çay, bunun yanında siyah çay da tüketiliyor. Çay içmek aile içerisinde bir araya gelme sebebidir. Misafir geldiği zaman çayla başlama vb. seremonileri var.

Dolayısıyla dünyada şöyle bir ayrım mı var; yeşil çay tüketenler, siyah çay tüketenler? Türkiye herhalde siyah çay tüketenler grubunda...

Türkiye tamamıyla siyah çay tüketiyor. Mesela Özbekitan’da tüketimin %50-60’ı yeşil çaydır, geri kalanı da siyah çaydır. Özbekistan’ın sınır komşusu, yani hemen yanında yaşayan insanların yeşil çay tüketimi sıfırdır.


Konuşmamızın girişi çay kültüründen oldu. Bununla bağlantılı olarak İngilizler’de de adeta gelenek şeklinde, törensel bir çay içme alışkanlığı görüyoruz. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?

Zaten çayı dünyaya tanıtan İngilizler. Çin’de, Sri Lanka’da, dünyanın muhtelif bölgelerinde yetişen çayları, İngiltere’nin o sömürgecilik zamanında, gemilerle limanlardan alarak dünyanın her tarafına götürmüşler. Ve sonuçta dünyada çay dediğin zaman ilk diyeceğin şey İngiliz çayı veya İngiliz beş çayı diye isimlendirilir. Onlarda da benim okuduğum ve gördüğüm kadarıyla çay için özel örtüler, tepsiler, fincanlar hazırlayıp yemekten önce çay içerek başlanıyor.

Çay daha ön planda yani...

Evet, çay daha ön planda ve yemekten önce geliyor. Yemek esnasında da çay tüketiliyor. Şimdi ilginç bir durum var, sizin de söylediğiniz gibi Türkiye’de çayın mazisi yüz yıl kadar bile değil. Fakat özellikle son yıllarda, özel sektörde çay üretiminin başlamasıyla hem çok sayıda kuruluş piyasaya girdi hem de gerek ambalaj teknolojisinde gerekse çay çeşitliliğinde bir artış var. Örneğin bir on yıl önce, piyasada poşet çay konusunda Lipton’dan başka bir ürün bulmak mümkün değildi.

Bu hızlı değişimi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye’de çayda 60’lı yıllara kadar kalite sorunu yok. O yıllara kadar Türkiye’den gönderilen, yurtdışına borsalara gönderilen ve İngiliz firmalarına gönderilen çayın analizlerinde, dünyada en üst düzeyde olan Sri-Lanka çaylarıyla arada bir fark olmadığı, kalite olarak onlarla aynı olduğu gözlendi. Ama 60’lardan sonra Türkiye’de üretilen çay kalitesinde ciddi şekilde bir gerileme var. Şimdi yurtdışından gelen analiz raporlarında müthiş ve gitgide artan bir kalite düşmesi var Türk çayında.

Siz bunu neye bağlıyorsunuz?

Çay üretimi ciddi rakamlara ulaştığında ve bölgeler artık tam oturduğunda, çayın toplanmasından tutun, tarımından tutun birtakım gerilemeler oldu. Bu da nedir; yetkililerin yani çaya önem vermesi gereken kurumların buna önem vermemesi. Toplanmasında elle toplamadan makasla toplamaya geçilmesi; ki bu çok önemli bir faktördür. Şu anda Sri Lanka’da, ülke genelinde bilaistisna tamamen elle toplanır ve “iki buçuk yaprak” toplanır. Bilemediniz üç buçuk yaprak toplanır. Türkiye’de şu anda dört buçuk, beş buçuk, altı buçuk yapraklar toplanıyor. Dolayısıyla bu kart yapraklar kaliteyi ciddi şekilde etkiliyor. Ve Türkiye’de, çay bahçelerinde budama -benim bildiğim kadarıyla- şu ana kadar ciddi şekilde yapılmış değil. Geçen sene biraz başlandı, bu sene bakıldı ki çayda kalite gidiyor ve üründe kalitede düşme var, daha yeni budamaya gidildi. Ve bu da eğer devamlı şekilde yapılırsa çaydaki kalite artar. Şimdiye kadar budama yapılmaması, toplanırken makasla toplanıp altı buçuk, yedi buçuk yapraklı kart yaprakların toplanması üretimde de kaliteyi düşürdü.

Biraz da siyasi sebeplerle herhalde…

Düşünün Türkiye’de iki yüz bin ton çay üretiliyor, bunun 150 bin tonu Çaykur tarafından üretiliyor. Yani hâlâ tekel… Geri kalan 50 bin ton özel sektör tarafından paylaşılıyor ve özel sektör de Çaykur’un devamlı baskısı ve gölgesi altında, rahat hareket edemiyor. Çünkü Çaykur yönlendiriyor hâlâ bölgeyi…


Buna rağmen sizin bir ihracat teşebbüsünüz oldu galiba…

İhracat teşebbüsümüz oldu. Dubai ve Hindistan’a, çayın memleketi olan Hindistan’a Türk çayı gönderdik. Fakat dediğim gibi, kalitesizlikten dolayı çay tekrar ilgi görmedi.

Üretimde hangi ülkeler teknoloji sahibi ya da öncülük ediyor?

Çayda çok yüksek teknoloji gerekmiyor kesinlikle. Ben Sri Lanka’da, Hindistan’da, Endonezya ve Kenya’da, ki bunlar ciddi miktarda çay üreten ülkelerdir, dünyadaki çay talebini karşılayan ülkelerdir; buralarda gezdiğim ve incelediğim tüm fabrikalardaki teknoloji aşağı yukarı birbirinin aynıdır. Türkiye’deki de geri bir teknoloji değil. Çünkü çayda teknoloji yok. Çay hep doğal yöntemlerle üretiliyor. Dolayısıyla teknoloji hususunda bir sıkıntı yok. Burada bakış açısı, mantalite çok önemli. Sri-Lanka’da bir çay fabrikasına gittiğiniz zaman, fabrikadaki en alt seviyedeki işçiden tutun, en üstteki fabrika müdürüne kadar, çayı üretirken hepsi şu lafı söyler: “Bu bizim için kutsal bir iştir.” Bunu kutsal bir görev olarak görüyorlar. “Çayla bizim aramızda duygusal bir bağ var.” diyorlar. Bu, görünmeyen bir şey. İşte bu duygudan dolayı Sri Lanka (Seylan) çayı bu kadar güzel üretiliyor. Bu gözle bakıyorlar; kutsal bir görev sayıyorlar…

Mesela İngiltere, İrlanda gibi dünyada en çok çay tüketen ülkeler var. Ve ithal çayların satıldığı raflara baktığınız zaman, örneğin ambalajlama yöntemleri arasında ciddi farklar var ve bu da şüphesiz farklı yönlerde etkiliyor. Yani markalaşmış çaylar, ambalajı profesyonel olan çaylar daha cazip geliyor insanlara. Belki içeriği aynı ama... Bu noktada gözlemleriniz nasıl?

Benim izlediğim kadarıyla, Türkiye’deki çay tüketicilerinin ciddi şekilde bir güvensizliği var. Bu nedir? İşte 60’lı yıllardan sonra çaydaki kalitede gerileme var. Dolayısıyla özel sektöre çay üretme şansı verildiğinde özel sektörün yapmış olduğu çaydan, “merdiven altı” diye tabir edilen markalardan dolayı insanlara bir türlü güven gelmedi. Ambalaj belki parlak, şık, birbirinin hep aynıdır zaten... Aşağı yukarı 300-400 tane marka olduğu söyleniyor; bu Rize, Filiz ve Kamelya türü çaylarda. Onlar için markalaşmak önemli olmadığından, çayda devamlı “Ben bu yıl bu markayla satayım, seneye bir başka markayla girerim.” gibi insanları aldatmaca yöntemine gidildi. Tüketici son derece haklı, artık bir özel marka gördüğü zaman “Gene aynı şeyleri yaşayacak mıyım, gene aynı kalitesiz çayı alacak mıyım?” diye bir güvensizlik duyuyor. Bu da insanları son yıllarda bilhassa müthiş bir arayışa sevk ediyor.

Son yıllarda Türkiye’de de ambalaj teknolojisi takip ediliyor. Demlik poşet çaylar olsun, fincan poşet çaylar olsun veya körüklü poşetler… Bu bir çeşit AR-GE çalışmaları gerektiyor. Dünyada bunun öncülüğünü kimler yapıyor?

Dünyada mutlaka İngiliz firmaları… Çünkü çayın dünyaya tanıtıldığı yıllarda, İngiliz tacirleri bunu dünyaya dağıttığı için, bütün gelişmeler de İngiltere’den çıkıyor. Bu fincan poşet, demlik poşetin de vatanı gene İngiltere’dir. Bunun, dünyada son yıllarda müthiş derecede artan bir trendi var. Bu da pratiklikten dolayı. Ben, fincan poşet ve demlik poşet çayın, bilhassa fincan poşet çayın iki dakika içerisinde sıcak suda bir torba içerisinde ne vereceğini pek kestiremiyorum. Sonuçta bana sorsanız; çayı demlikte demleyip mi içersiniz, yoksa fincan poşette mi içersiniz diye, ben demliği tercih ederim. Ancak bu hızlı yaşam şekli ve pratik olması açısından, insanlar fincan poşet ve demlik poşet çayı artan bir şekilde kullanıyor.


Peki siz çayın ana vatanına, Seylan olsun Hindistan vs. seyahatlerinizde dünyadaki güçlü çay markalarının üretimlerine şahit oluyorsunuz. Henüz Türkiye’ye girmemiş birtakım uygulamalar var mı? Gerek ambalajlama yöntemlerinde ya da çayın işlenmesi ile ilgili?

Şu anda aşağı yukarı Türkiye’de olmayan bir teknoloji ile üretilen bir çay paketi yok. Sonuçta çay dediğimiz, doğadan alınan bir yaş yaprağın kimyasal anlamda hiçbir katkı olmadan üretilerek pakete veya poşete konmuş şeklidir. Bunun başka bir alternatifi yok. Türkiye’de pek olmayan, daha yeni yeni giren bu teneke kutudaki meşrubatlar gibi çaylar var. Örneğin Japonya’da çok içilen bir şey bu...

Daha önce bazı rakamları verirken 200 milyon kilo üretim, 170 milyon kilo tüketim demiştiniz. Bir stok fazlası var. Bir taraftan da Seylan çayları getirilip harmanlanıyor. İthalatta durum nedir?

İthalatta Türkiye’ye tahmini rakamlarla 30 milyon kilo yabancı menşeli çay giriyor. Bunun çok ciddi bir kısmı, yaklaşık %95’lik bir kısmı sınır ticareti denilen ve daha başka yöntemlerle, illegal yöntemlerle Türkiye’ye giriyor. Çok az firma normal gümrüklerden malı geçirip Türkiye’ye getiriyor. Bunun da sebebi, şu anda Türkiye’de gümrük vergisi en yüksek olan ürün çaydır. %145 gibi bir gümrük vergisi var. Dolayısıyla, insanlar gümrüklerden çayı geçirmeyip, illegal yöntemlerle çayı getirmeyi tercih ediyorlar.

Önceki yıllarda insanlar kaçak çay arardı Türkiye’nin her yerinde. Ama şu anda oldukça azalmış ve sadece Güneydoğu’ya kaymış gibi görünüyor.

Güney, Güney Doğu, Adana, Antep, Doğu bölgeleri… Fakat burada şu var; Türk çayını tehdit eden birkaç unsur var. Bunlar şudur; 1. Üretimdeki kalitesizlik. Bilhassa geçen sene, kalitesi pek de iyi olmayan İran menşeli çayın gene sınır ticareti kapsamında Türkiye’ye getirilerek, Türk çayı adı altında satılması bence Türk çayını baltalamıştır. Çünkü, İran çayının Karadeniz çayının yarı maliyetine depolara geldiği söyleniyor. Ve Türk çayı diye İran çayı satıldı.

Muharrem Bey, sizin Sri Lanka ve Özbekistan’da bir dönem görev yaptığınızı biliyoruz. Oralardaki gözlemlerinizi almak istiyoruz.

Sri Lanka’da bir yıl ikamet ettim, oradan Özbekistan’a geçtim. Sri Lanka’da bir yıl ikamet etmemin ana sebebi, dünyanın en iyi çayı olan Seylan çayını incelemekti. Seylan çayı tartışmasız dünyanın en iyi çayı… Kalite olarak en yakın rakibiyle arada bir uçurum var. Orada ikamet ederken çay bahçelerinde bulundum, ama esas bulunma sebebim fabrikadaki üretim ve en mühimi de çayın sınıflandırılması, yani siyah çayın sınıflandırılarak tadım olayına, yani çay tadıcılığına gitmekti.

Sınıflandırma meselesi sadece üretimle alakalı değil sanıyorum. Yörelerle, iklimle de alakası var galiba.

Sri Lanka’da sıcaklık 12 ay boyunca hep 33 derecedir; artı eksi 3 derece olmak kaydıyla. Ekvator kuşağında olan bir ülkedir, iklimi çok nemlidir. Dolayısıyla çay için ideal bir ortamdır. İngilizler, önce Hindistan’da çay tarımını yapmışlar. Halen Hindistan’da ciddi miktarlarda çay üretiliyor. Dünyada en fazla çay üreten ülke, yıllık 750 bin ton çay üretiyor. Fakat daha sonra İngilizler Sri Lanka’ya geçtiğinde, Sri Lanka’daki ortamın, iklimin çay için son derece ideal olduğunu görmüşler ve çay tarımını oraya kaydırmışlar. Orada büyük bir emek vererek, insanları eğiterek bütün ormanları filler vasıtasıyla kaldırarak oralara çay bahçeleri yapmışlar. Bu müthiş bir emek... Bu işi yaparken de Hindistan’dan Tamil kökenli, çayda çok başarılı olan insanları da oraya getirmişlerdir. Şimdi Sri-Lanka’da “Tamil terörü” vardır. 40 bin can alan bu Tamiller de o dönemlerde İngilizlerin ülkeye çay tarımı için getirdiği insanlardır. Sri-Lanka’da ciddi bir iş yapılarak bu cangıllar, balta girmemiş ormanlar, fillerle yok edilmiş ve yerine çay bahçeleri yapılmıştır. Daha sonra filler çay bahçelerinde çay yapraklarını yedikleri için de bir çoğu katledilmiş. O yüzden de Sri-Lanka halkı tarafından İngilizler pek sevilmez. Çünkü filler Sri-Lanka halkı için kutsaldır. Sri-Lanka’da kaldığım bir yıl boyunca genelde çay fabrikalarında bulundum. Çay fabrikalarında çayı üretirken o insanların çaya bakışını gördüm. Müthiş bir hassasiyetle, sanki nadide bir çiçek yetiştiriyor gibi, çaya dokunurken bile heyecan duyuyorlar. Oradaki çay fabrikasının müdürleri, uyumadan fırının başında, üretim anında devamlı gezerler ve her aşamayı izlerler. O heyecanı gördüm. Hani, “Bir çiçekle iletişim kurarsanız, çiçek daha iyi yetişir” derler; bunu hissettim. Türkiye’de çay yaprağı bir noktadan koparıldıktan 50 gün sonra yeniden oradan yeşeriyor. Sri-Lanka’da her 5 günde bir oluyor bu... Arada ciddi bir fark var. Orada çay toplayan kadınlar genç kızken başladıkları bir hatta, ölene kadar çay topluyor. Ona orada bir hat veriliyor. Kadın bir noktadan başladığı zaman çay toplamaya, tekrar aynı noktaya gelene kadar beş gün geçiyor. Her gün toplama devam ediyor. Yavaş yavaş, toplaya toplaya o noktaya geldiği zaman oradan tekrar bir yaprak çıkmış oluyor. Dolayısıyla orada çay toplayıcı olarak başlayan bir genç kız, o hattan emekli oluyor. Ömür boyu aynı hatta çay topluyor. Bunun çayın kalitesinde en büyük sır olduğunu söylüyorlar. Sri-Lankalılar şu noktayı yakalamışlar; aynı insan o hattı hayatı boyunca gördüğü için artık ezberliyor. En ufak bir hastalık olduğunda, en ufak olağan dışı bir durum olduğunda, anında kendi yetkilisine o hattın raporunu veriyor. Budama zamanının geldiğini biliyor, bunu hemen aktarıyor. Sri-Lanka’da bu çok ciddi bir iş. Kadınlar oranın yaprağını ezberliyorlar. Çay toplamanın, daha doğrusu koparmanın 20-25 şekli olduğunu söylüyorlar. Sorduğumda “Çıkan sesten bunu biz anlıyoruz, yanlış kopardığında oradan yanlış bir yaprak çıkar!” diye cevap verdiler. Kalite orada başlıyor; tarımında, koparmasında… Beğenilmeyen veya hiç düşünülmeyen bu çay toplayan insanlar, esasında çok ciddi bir görev yapıyorlar.


Biz şöyle bir şey biliyoruz; “iki buçuk yaprak”… Orada da iki buçuk yaprak mı?

Tamamıyla, %100 neredeyse… İki buçuk yaprak, taze yaprak beş günde bir toplanır. Bu çayda kaliteyi arttırıyor.

Çay ağacının bir ömrü var mı?

Bölgeye göre değişiyor. Altta olan bölge, üstte olan bölge diye değişiyor. 70 yıl, 100 yıl arasında değişen ömürleri var.

Bu kadar ömürleri var ve sökülüp yerlerine yenileri dikiliyor...

Türkiye’de daha hiç sökülen çay ağacı yok. Ömür doldu ya da şu an dolmak üzere. Ciddi şekilde ömürleri doluyor.

Budama kaç yılda bir yapılıyor?

Sri-Lanka’da dünyanın en büyük ve en aktif çalışan, devlete ait bir Çay Araştırma Enstitüsü var. Bu çok önemli bir konu. Sri-Lanka’da devlet, Türkiye’de olduğu gibi üretim yapmıyor. Sosyalist bir ülke olmasına rağmen, üretimi devlet yapmıyor, tamamen özel sektöre bırakıyor. Bu farklı bir sistem. Devlet, araştırma enstitüsünde devamlı gelişmeler yaparak; haftada bir, on günde bir bölgelerde tüm çay fabrikası müdürlerini toplayıp, brifing vererek; işte filan bölgede hasat şu kadar azaldı, filan bölgede hasat şu kadar çıktı, hemen tetbir alın.” diye bilgi vererek yönlendiriyor. Ve kesinlikle devlet orada çay üretimine ve satışına karışmıyor.Tamamıyla özel sektörde... Dolayısıyla Sri Lanka Çay Araştırma Enstitüsü müthiş gelişmeler sağladı. Mesela yapraktan fidan üretimine geçtiler ve bunu pilot bahçeler yaparak denediler. Daha önce bir aldıkları bahçelerden üç aldıklarını gördüler, üstelik kalitede fark yok. Dolayısıyla oradaki çay araştırmaları enstitüsü yani devletin ana görevi, gerçekten yeni gelişmeler yapıp bunu aktarmak. Sri-Lanka’da bahçeler devamlı yenileniyor şu anda ve üretim artıyor. Daha fazla kazanıyorlar. Bizde böyle bir enstitü yok.

Çaykur’un yapması gereken bir şey bu…

Çaykur’un yani devletin yapması gereken bir iş bu... Sadece çay bahçelerini yapıp bırakmak kafi gelmiyor. Devamlı, kaliteyi nasıl bulurum diye çalışması gerekiyor. Dolayısıyla Sri Lanka’da çay tarımını gördüm, toplamanın ne kadar önemli olduğunu gördüm. Bilhassa toplandıktan sonra fabrikaya taşırlarken, hassas bir şekilde, sanki bir orkideyi taşır gibi taşıdıklarını gördüm. Türkiye’de kamyonun üzerine koyup ayakla ezerek daha fazla taşımaya çalışıldığını biliyoruz. Bunu bir Sri Lankalı arkadaşım gördüğünde ağladı burada… Çay yaprağına bunu nasıl yaparlar diye adam ağladı… Dolayısıyla Sri Lanka’da üzerine basmadan fabrikaya taşıyorlar. Yani kalite nerede diye sorduğunuzda; kalite tarımda, kalite koparılma esnasında ve bunun fabrikaya taşınmasında ve vakti geçmeden anında işleme geçilmesinde... Türkiye’de bunların hiçbiri yok. Sri Lanka’da bunların hepsini yaşadım. En önemlisi de çay tadıcılığını öğrendim. Dünyanın her yerinde, en büyük firmalarda insanlar çayı tadıyor. Çayı tadarak fiyatını, kalitesini, her şeyini belirliyor. Çay tadıcılığı budur. Oradan da Özbekistan’a gidip yerleşerek çay ticareti yapmaya başladım. Son üç yıldır da Türkiye’de bu işi yapmaya çalışıyorum. Şimdi devletin ekonomiden elini iyice çektiğini, ya da çekmesi gerektiğini falan söylüyoruz. Bazı sektörlerde zorunlu olarak çekiliyor artık. Mesela Sümerbank basması diye bir şey yok ya da Beykoz kundurası yok. Çağdaş pazarlama yöntemlerini kullanmadığı için, üretimde hantal kaldığı için… Bunlar zaten ekonomik olarak kendi kendine ölüyor. Çayda ise hâlâ hem tekel olma özelliğini sürdürüyor yasalarla hem de hakikaten satılıyor pazarda ve şu anda pazarın bir numarası. Ambalaj dizaynı kalitesiz, çay yeterli kaliteye sahip görünmüyor. Pazarlama ve satış konusuna gelecek olursak bir özel sektörün heyecanını yakalaması mümkün değil devlet sektörünün.

Buna rağmen Çaykur Türk pazarında lider. Bunu neye bağlıyorsunuz?

Özel sektörün burada çok büyük kabahatı var. Özel sektör ciddi şekilde yapılanmaya giremedi ve kalite vizyonuna sahip olamadı. Bu da Çaykur’un bir ara tamamen %100 olan pazar hakimiyetini destekledi. İnsanlar belki Çaykur’dan bıktığından veya daha iyi kalite alacağını umarak özel sektör çaylarını aldığında, kimin tarafından üretildiği bile bilinmeyen markaları aldığında sükut-u hayale uğradı ve tekrar “Napalım bari, şu alıştığımız çaya dönelim.” diyerek, tekrar döndüler. Çaykur, miktarda lider olabilir ama kalitede ve ambalaj dizaynlarında iyi olduğunu kimse söyleyemez.

OKUMA PARÇALARI:
| “Marka odaklı” bir özelleştirme yaklaşımı önerisi: Bir türlü özelleştirilemeyen Çaykur
| Bu çay değil ki, yeşil çay!