Bugün yine sizi Ali Atıf Bir’e göndereceğim. Atıf Hoca, Bugün’deki Pazar günkü “Turizm Bakanı’nı kim yanıltıyor” başlıklı yazısında “Türkiye’nin yurt dışı tanıtım ihalesindeki olumsuzlukları yıllardır benden fazla yazan var mı bilmiyorum...” diye soruyor. Ben de bilmiyorum, ama Hoca’nın bu konuya samimiyetle ilgi gösterdiği ortada...
Başbakan’ın, 2005’in son aylarında “Ben bu ülkenin adeta pazarlamacısıyım.” dediğini hatırlarsınız. Ali Atıf Bir, bu sözle bağlantı kurarak yine bu konuda yazmış, eleştirilerini dile getirmişti. Ben de “Pazarlama ve markalaşma stratejisi olmayan ülkenin ‘pazarlamacısı’ olmak mümkün mü?” başlıklı bir yazı kaleme almıştım. Ardından da “Marka adı Törökország!” başlıklı yazımı yayımladım.
Bu ihalelere bir “iş” olarak şimdiye kadar hiç ilgi göstermediğimi daha önce de ifade etmiştim. Ancak, Atıf Hoca gibi, bir “memleket evladı“ olarak ilgi göstermemek mümkün mü?
Hoca’nın yazısı bu:
“Türkiye’nin yurt dışı tanıtım ihalesindeki olumsuzlukları yıllardır benden fazla yazan var mı bilmiyorum... Yazıyorum çünkü Türkiye'nin elindeki her kuruşu doğru yere harcamasını, doğru zamanda, doğru içerikle yayınlamasını istiyorum. Bir de doğru amaçlara yönelik, ölçen-biçen ‘iletişim entegrasyonu’ yapılmasını istiyorum.
2007’deki ihale süreci de oldu bittiye getirildi ve yine Türkiye’nin tanıtımı işi yine karartıya gidiyor. Bakanlık dedikodu olmasın diye bu kez değişik ülkeleri 9 ayrı reklam ajansına verdi. Toplam bütçe 140 milyon dolar... Ama araştırınca görüyorsunuz ki bu reklam ajanslarından bazıları reklam ajansı bile değil... Örneğin Türkiye'nin tanıtım filmini yapacak diye seçilen New York’lu Markefxs reklam ajansı bile değil... İki kişilik bir prodüksiyon şirketi... Ağustos ayında anımsarsanız bu prodüksiyon şirketinin sahibi Manuel Gonzales ‘James Bond ve ve Titanic filmlerinin görsel efektlerini’ yapan dahi diye tanıtılmıştı...
Yine araştırınca görüyorsunuz ki Manuel Gonzales bu iki filmin kredilerinde yer almıyor... Resmen birileri Bakanlığı yanıltıyor. Üstelik Türkiye’yi tanıtsın diye çektiği filmi izledim resmen kesyapıştır, tak-takıştır... Masa üstü bir sürü görüntü üst üste bindirilmiş, sonuç bir sürü aklı dağıtan, bir yöne yönlendirmeye görüntü. Aynı şekilde Rusya, Ukrayna, Kazakistan gibi ülkelerde Türkiye’yi tanıtan Iconisus, Almanya, Hollanda, Belçika'da tanıtan Bestwerbeagentur, İspanya, İtalya gibi ülkelerde tanıtan Quince isimli reklam ajanslarının çapları ve başarıları asla Türkiye gibi bir ülkeyi kaldıracak cinsten değil...
Üstelik bu ajansların Türkiye’yi tanıtan işleri üst kimlikte ortak bir Türkiye deneyimi ortaya çıkarmıyor. Sonuçta Türkiye sadece günü kurtarıyor, kısa süreli satış amaçlı kendini anımsatıcı reklamlar yapıyor. Ama yapılan işlerin tortusu gelecek yıllarda Türkiye'nin turistik imajına katkı yapacak işler olamıyor. Yöneticiliğine çok güvendiğim, başarılı olmasını çok istediğim yeni Turizm Bakanımız Ertuğrul Günay’a buradan sesleniyorum. Bu gidiş gidiş değil...
Türkiye’nin turistik marka iletişimi süreci baştan yeniden yapılandırılmalı... Satışla birlikte iletişim sonuçlarına odaklanan bir iletişim yönetim sürecine geçilmeli... Mutlaka ve mutlaka satış-iletişim bağlantısı ölçümlerle ortaya konup sonraki yıl stratejileri daha sonra belirlenmeli... Ve de 2009 için çalışmalar şimdiden başlanmalı... Bu süreci çok yakından izlemeye devam edeceğim.”
Atıf Hoca’nın eleştirilerine baştan sona katılıyorum. Belki yazacağı başka şeyler de vardı, ama ne de olsa gazete köşesi, yer sınırı var. Benim yerimse geniş. Konuyla ilgili biraz daha laflayabilirim.
Turizm Bakanlığı, 2008 çalışmalarına henüz sitesinde yer vermemiş. Sağdan soldan bulduğum, hangisinin hangi ajansa ait olduğunu bilmediğim ve yazının aralarına serpiştirdiğim afişler bu yıla ait... Markefxs’in yaptığını sandığım, Bir’in “kes yapıştır, tak takıştır” diye betimlediği reklam filmlerini de (Onlar “genel tanıtım filmi” diyorlar!) şuradan izleyebilirsiniz.
Filmler de afişler de gerçekten “kes yapıştır, tak takıştır”ın ötesine geçmiyor. Ama afişlerin bazılarının grafik tasarım konusundaki düzeyleri hiç fena değil. Ancak, bu neyi değiştirir ki?
T.C. Kültür ve Turzim Bakanlığı’nca koordine edilen, temel amacı Türkiye’nin yurt dışı turizm pazarlarında imajını yükselterek satışları artırmak olan ve kamuoyunda “Türkiye’nin tanıtımı” olarak anılan iletişim faaliyetleriyle ilgili çok kısa bir değerlendirme yapacak olursak; temel kritik noktasının bu çalışmaların kreatif yetkinlik düzeylerinden ziyade stratejik yaklaşımlarda odaklandığını ifade ederek ve dikkatleri buraya çekerek yazıya başlamayı uygun görüyorum.
Bu çalışmaların amacı turizm satışı olsa da, “Türkiye’nin tanıtımı” başlığı altında incelenince sanki çok daha büyük hedefleri içeriyormuş gibi algılanıyor. Oysa, temel amaçla tali amaçların birbirine karıştırılmasının stratejik bir hata olduğunu, böyle bir yaklaşımın iletişim programını tümüyle etkisizleştireceğini düşünüyorum. Bu nedenle temel amacın, farklı arzu ve temennilerin arasından çekip alınması gerekmektedir.
Bence “Türkiye’nin tanıtımı” ve Türkiye’nin dünyadaki marka algısının arzuladığımız şekliyle oluşturulması çabası daha ayrı, daha büyük ve her alana yönelik entegre, orta ve uzun vadeli pazarlama stratejileri ve buna bağlı iletişim strateji ve uygulamalarıyla mümkündür. Mevcut çalışmaların da bu büyük hedefe elbette hizmet etmesi beklenir, ancak konjonktürel beklentilerimizi karşılaması arzulanan bir programın üstüne böylesine ağır bir yük yüklemek, pratik beklentilerin gerçekleşememesi sonucunu doğuracaktır/doğurmaktadır.
Ben, gerçekleştirilebilir amacın; Türkiye’ye gelen turist sayısını arttırmak, yaptıkları harcamaların ortalamasını yükseltmek, üst gelir gurubuna ait daha fazla turist çekmek,Türkiye’ye olan turizm talebinin on iki aya çıkartmak, turizm pazar payımızın yüksek olduğu ülkelerde geliştirilmesi, düşük ülkelerde ise talep oluşturulmasını sağlamak alt başlıklarını içeren “turizm satışı” olduğunu düşünüyorum. Bu amaç doğrultusunda gerçekleştirilecek tüm iletişim etkinlikleri elbette nisbi olarak hem Türk turizminin hem de Türkiye’nin markalaşma hedeflerine de hizmet edecektir.
Ortada deniz, kum, güneş, doğa, kültürel zenginlikler, eğlence, spor, kış sporları, sağlık başlıkları altında incelenebilecek, nitelikli servis noktasında ortalama bir düzeyi yakalayabilmiş bir ürün söz konusudur. Marka algısı ise, farklı hedef kitleler nezdinde değişiklikler göstermektedir.
Yukarıda da belirttiğim gibi, Türkiye’nin dünyadaki marka algısıyla ilgili yapılacak çalışmalar çok daha büyük bir programın işidir. Nitekim marka algısını oluşturan siyasi, ekonomik, bölgesel, etnik ve benzeri birçok bileşen söz konusudur ve bunların tamamını yönetecek çok büyük bir stratejiye ihtiyaç vardır.
Politik veya ekonomik çerçevede oluşan olumsuz bir imaj, ülkemizden dünyaya yönelik olarak yapılacak tüm markalaşma çabalarını olumsuz etkileyebildiği gibi “turizm satışı”nı da olumsuz etkileyebilmektedir. Ne var ki, lehimize bir durum olarak, hedef kitlenin talepleri doğrultusunda zihinsel bir ayrıştırma mümkün olabilmektedir. Yani turizm amaçlı bir talebe karşı gerçekleşebilecek olumlu arzlar, politik imaj sorunlarını gölgeleyebilmektedir. Zaten Rusya gibi bazı hedef pazarlarda ise politik imaj sorunları henüz oluşmamıştır.
Dünya üzerinde yaklaşık bir milyar kişi tatil yapıyor. Koşulları uygun birçok ülke için turizm satışı en önemli ihraç kalemlerinden birini oluşturmakta ve pazarda ciddi bir rekabet yaşanmaktadır. Bugüne kadar Türkiye’nin en önemli rekabet avantajını, maalesef hepimizin yakındığı “her şey dahil” sistemi ve bazı pazarlara yakınlığı oluşturmaktadır.
Bilinen pazar verilerini burada tekrarlamak yerine, hedef pazarların ortak özelliğinin halen “kitlesel turizm” odağını paylaştığını hatırlatmak istiyorum. Çünkü, stratejik iletişim yaklaşımının temelini oluşturacak bilgi budur.
Mevcut verilere dayalı olarak yapılacak rekabet analizinde sırasıyla Fransa, İspanya ve İtalya’nın dikkatlice incelenmesi gereklidir. Her üç ülkenin tanıtım çalışmaları ve kreatif uygulamalarını incelediğimizde ortak noktalarının kitlesel turizm taleplerine yönelik olduğu görülür. Türkiye’ nin rekabet üstünlüğü sağlayabilmesi açısından iletişim stratejilerinde söz konusu rakip uygulamalarından faydalanması rasyonel bir tavır olacaktır. Rakiplerimizin, turizm arzına destek veren olumlu marka imajları rekabette en önemli zaaflarımızdan birini oluşturduğu için saptanacak stratejinin bu engeli aşması sağlanmaldır.
Eğitim ve gelir düzeyi orta ve üzeri, fiyat ve ürün kalitesine önem veren, genç ve orta yaş grupları ile üçüncü yaş grubu, seyahat deneyimi yüksek, farklı bir tatil deneyimi yaşamak isteyen tüketiciler hedef kitlemizi oluşturuyor. Hedef kitle beklenti ve taleplerinin de hedef pazarlar temelinde ortaklaştığı ve farklılaştığı alanlar mevcuttur. İki büyük pazarımız olan Almanya ve Rusya’da “deniz, kum, güneş” talebi ağır basarken, bu talebi daha yakın destinasyonlarda karşılayabilecek Uzak Doğu ülkeleri için tarih ve kültür turizmi önem kazanmaktadır.
Yapılacak hedef kitle analizlerinin, iletişim stratejisinin temel dayanağını oluşturacağı muhakkaktır. Bu nedenle hem Bakanlığımızın hem de ataşeliklerimizin uhdesindeki veriler dikkatle incelenmeli ve işe yarar hale getirilmelidir.
Ben yine bazı notlarımı maddeler halinde sıralayayım:
1.
Kısa vadeli ve pratik sonuçlar elde edeceğimiz bir iletişim programı benimsenmeli, sonuçların sezona yansıması amaçlanmalıdır.
2.
Türkiye’nin markalaşması ve kültür değerlerimizin tanıtımı ana mesaj değil, tali mesajlar olarak belirlenmelidir.
3.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın “kültür” misyonuyla “turizm” misyonu birbirine karıştırmamalı, gerekiyorsa her iki misyon için ayrı ve özgün iletişim faaliyetleri gerçekleştirilmelidir.
4.
Tek yönlü bir “iletim” yerine, hedef kitlenin kendisini içinde bulacağı çok yönlü bir “iletişim” stratejisini hayata geçirmek, hedefleri realize etdebilmek açısından kaçınılmazdır.
5.
Bu zamana kadar yapılan kimi çalışmalar yaratıcı düzeyleri itibariyle reddedilecek türden değildir. Bu durum stratejik eksiklikleri maalesef gölgelemektedir.
6.
Şimdiye kadar gerçekleştirilen iletişim çalışmalarının tek yanlı bir “iletim” modeli üzerine oturduğunu, bu nedenle de hedef kitlede algı ve davranış değişikliği yaratmak yerine bizzat bizim izleme keyfimize uygun düştüğünü kabul etmek durumundayız.
7.
Amaç, yaratıcı düzeyi elbette düşürmemek, hatta yükseltmek olmalı, ancak strateji üzerinde kökten bir dönüşümün önü açılmalıdır.
8.
İçinde tüketicisi olmayan, kullanılan kodlamaların farklı hedef kitlelerin zihinlerinde ne gibi açılımlara uğradığı yeterince analiz edilmemiş; bir Rus’a, bir Alman’a, bir İngiliz’e veya bir Japon’a enfes bir Türkçe şiir ziyafeti çekmek şeklinde okunabilecek bu yaratıcı uygulamaların etkisinin zayıf kalması/kalmış olması kaçınılmaz bir sonuçtur.
9.
Farklı diller konuşan, farklı kültürlere ve farklı dinlere mensup hedef kitlemizi sadece dil faktörünü ciddiye alarak yakalamamız mümkün değildir.
10.
Eğer iletişiminde bu yetmiş iki milletin açabileceği sadece ortak kodları benimseyecek olursak etkili bir iletişim yapma şansımız olamaz, “ortalama”da kalırız.
11.
Öyleyse, ortak bir stratejinin farklı hedef kitleler nezdinde yapaylaşmadan özgünleştirilmesi şarttır ve konseptin bu esneme kabiliyetini gösterebilmesi gerekir.
12.
Ürünün fiziksel nitelikleri üzerine duygusal (emotional) değerler yüklemek sadece iletişimle mümkün olabilmektedir.
13.
Hepimiz biliyoruz ki tatil, bir kendi kendini ödüllendirme mekanizmasıdır. Bir yıl boyunca çalışan, zihnen ve bedenen yorulduğunu düşünen insanın kendini ödüllendirmesi...
14.
Tatil, en fazla yılda bir kez satın alınan ve nisbi olarak pahalı olan bir üründür. Bu nedenle etkili ve yaratıcı düzeyi yüksek bir iletişim programının gerçekleştireceği algı değişikliği, bir şekilde davranış değişikliğine ve satın alma kararına dönüştürülebilmelidir.
15.
Bunun için daha fazlasına ihtiyaç vardır ve stratejinin omurgasını oluşturan şey işte bu “daha fazlası”dır.
16.
Destinasyonlar temelinde belirlenen bütçelerin yeterliliğinden emin olunmalıdır. Çünkü bu bütçeler, eğer uyduyu yörüngeye oturtamayacak yetersizlikteyse tümden zayi olmaktadır. Ki bazı destinasyonlar için tespit edilen bütçelerin birkaç katını oralardaki turizm firmalarının zaten harcadığını biliyorum. Hoca’nın dediği gibi sonuçlara odaklanmalı, iş, “dostlar alışverişte görsün” mantığıyla bir “yatıştırma” faaliyetine dönüştürülmemelidir.
17.
Özetle; (a) Temel amaç bulundırılmamalıdır. (b) Müktesebat reddedilmemeli, ancak stratejik yön değişikliği benimsenmelidir. (c) Mevcut yaratıcı çalışmaların düzey olarak üzerine çıkılmalıdır. (d) Hedef kitle tüm iletişim uygulamalarının içinde kendini bulmalıdır. (e) Daha ötesi, davranış değişikliği için tanıklık modelinden yararlanılmalı ve yeterli sosyal kanıt oluşturulabilmelidir. (f) Hedef kitleler nezdinde yapaylaşmadan özgün farklılaşmalar gerçekleştirilebilmelidir.
Temel amaç, tüketici nezdinde ürün algısını olumlu yönde değiştirmek ve bu olumlu algıyı davranış değişikliğinin zemini haline getirmektir. Hatta bunu, behemahal gerçekleştirebilmektir. Öyleyse tüm iletişim programının fiziksel ve duygusal faydayı öne çıkaran, tüketiciyi içine alan, tanıklıklar gösteren ve sosyal kanıtlar oluşturan bir yapıda olması gerekmektedir. Bu hedefleri gerçekleştirebilmek, temel strateji, ses tonu ve formatlar sabit kalmak kaydıyla özgün kodlamalara yönelmekle mümkün olacaktır.
Tüm rakiplerin ve şimdiye kadar Türkiye’nin de uygulayageldiği “davet” yerine “tavsiye” yönteminin benimsenmesi ise sonucu hızlandıracaktır.
Pratik sonuçları öne alan, Türkiye’nin markalaşması gibi daha büyük hedefleri pek de umursamayan, parçayı bütüne tercih eden bir yazımla belki de ilk kez karşılaştınız. Niye mi? Çünkü ülkemizin pazarlama ve markalaşmaya ilgisi maalesef bir KOBİ düzeyinde bile olmadığı için konuyla ilgili hiçbir ümidim yok. Bari Türk turizmi bu işten bir fayda görsün!
Güncelleme [ 30 OCAK 2008, ÇARŞAMBA ]
Serdar Öner, kaleme aldığı “Türkiye reklamı” başlıklı yazıda konunun bir başka yönüne değindi. Benim yazımın yorum bölümünde de görüşünü kısaca özetlemiş. “Ben konuya biraz daha pratik açıdan yaklaştım. Beni rahatsız eden konu, Türkiye reklam filmlerinde sözlü iletişime yer verilmemesi. Filmlerde sadece müzik yer almakta ve belki de çok önemli iletişim fırsatı sadece bu sayede kullanılmamakta. İnsanların aklında kalıcılığı arttırabilmek için, birden fazla duyuya ve duygulara seslenmek gerektiğini, neredeyse bütün reklamcılar bilir, fakat bu neden uygulanmaz çok merak ediyorum.” diyor ve soruyor: “Neden Türkiye’nin sloganı hep değişiyor?”
Serdar, yazısında Türkiye’nin reklam filmlerinden birinin ardından, Türkiye reklamını bu kadar eleştirdikten sonra bir de başarılı örnek vermek gerektiğini söyleyerek Malezya’ya ait bir filmi yayımlamış. Yine diyor ki: “Bence son yılların en başarılı turizm tanıtım örneği Malezya’nın yaptığı. Slogan yıllardır değişmedi: Malaysia, truly Asia! Videoları izlediğinizde, müziğin de yıllardır değişmediğini ve cıngılın hemen hemen hep aynı kadığını görüyorsunuz. Yabancı TV kanallarını izliyorsanız, Malezya videosunu ve sloganını hatırlamamanız imkansız gibi bir şey. Evet, Malezya reklamını, kör, sağır ve dilsiz bile olsanız kaçırmanız mümkün değil. Bizimkini ise, mutlaka TV başında ve sonuna kadar izlemelisiniz ki, neden bahsedildiğini anlayın.”
Bu görüşlere ben de aynen katılıyorum. Nitekim, yazımda ben de Malezya’dan bir “vak’a” olarak bahsetmeyi düşünmüştüm, ama yazının uzaması nedeniyle vazgeçmiştim. Şimdi konu açıldığına göre birkaç cümle de Malezya’dan söz edelim. Bakalım Türkiye’ye benziyor mu?
Öncelikle, hiç ayrıntılı bir inceleme yapmadan şöylesine bir göz atsanız bile Malezya’nın bu işi “gerçek anlamda” ciddiye almış olduğunu görürsünüz. Internet sitelerinden [Tourism Malaysia, Visit Malaysia, Virtual Malaysia] tüm reklam filmlerine kadar gösterilen çaba her yerde kendini belli ediyor. Şu kadarını söyleyeyim; dil konusunda eksikleri olsa bile, mesela her destinasyon için ayrı bir site yapmışlar ve bu sitelerde “Sizin oradaki Malezya” başlığı altında o destinasyonlardaki Malezya mutfağıyla ilgili restoranların adreslerini vermişler. Malezya mutfağı yoksa Hint mutfağı restoranlarını listelemişler. O kadar da özgüven sahibi görünüyorlar yani, ne de olsa “truly Asia” tabii...
Bu arada, neden dünyanın birçok dilinde “Visit Turkey” siteleri yapmayız, anlamak mümkün değil. Bunu daha önce “Fındık Tanıtım Grubu” için de önermiştim. Belki tamamı tek bir reklam filmi maliyetine tamamlanacak böyle büyük bir projenin ihmal edilmesi tam bir umursamazlık! (Gerçi “Visit Turkey” domain ismi de korunamamış ya!)
Serdar’ın belirttiği gibi Malezya’nın yıllardır değişmeyen bir cıngılları ve çok sıkı bir sloganları var. Reklam filmlerinin bizimkilerden üstünlüğü ise egzotik görüntülerden ibaret... Yani, yine bildiğimiz türden turizm görüntüleri... Ama her enstrümanı öyle bir kazığa bağlamışlar ki, tüm tüketici algısını tek bir sözcük üzerinden yönetebiliyorlar: “Malaysia, truly Asia!” Ben bunu “Malezya, gerçek anlamda Asya!” diye çeviriyorum. “Gerçek anlamda” yerine, “tek kelimeyle”, “gerçekten”, “tamamen”, “tam olarak” gibi anlamlar da düşünülebilir.
Bu slogan, tüm olumlu Asya değerlerini getirip Malezya kovasının içine boşaltmıyor mu?
“Malaysia” ile “Asia” arasındaki uyak ise sloganın iç müziğini güçlendiriyor. Bunlar büyük keşifler değil, ama Serdar’ın yayımladığı filmde de görüldüğü gibi “truly”yi sıfat olarak kullanıp turistin pek hoşuna gidecek şekilde “Truly Relaxing”, “Truly Romantic”, “Truly Adventurous”, “Truly Dramatic”, “Truly Exotic”, “Truly Hospitable” gibi tamlamalarla “kazığı” iyice sağlamlaştırıyorlar. Bir de İngilizce “-ly” ekiyle biten sıfatlarla çeşitlemeler yaparak “tru-ly”nin etrafında dolaşıyor, jenerik kavramları yine “kazığa” bağlamayı ihmal etmiyorlar.
Daha da önemlisi, ya 2005 ya da 2006 kampanyasında, dünyaca ünlü Hollywood yıldızı, on parmağında on marifet olan Michelle Yeoh’ı (fotoğrafta sağdaki) kullandılar. Malezya doğumlu olan bu güzel hanımı “Bir Geyşanın Anıları” veya “Kaplan ve Ejderha” isimli filmlerden hatırlayacaksınız. Belki de “Malaysia, truly Asia!” sloganını ilk kez bu hanım seslendirdi. O filmlere şimdi ulaşamadım, ama Batılı’ya da sempatik gelecek Asya güzelliğinin simgesi Michelle Yeoh, bu filmlerde, enfes egzotik görüntülerin ardından buğulu sesiyle “This is Malaysia... Truly Asia!” diyordu.
Daha fazla uzatmayayım; siteleri falan ziyaret ettiğinizde siz de bazı ayrıntılara ulaşacak, istikrarlı ve “gerçek anlamda” bir turizm tanıtımının nasıl yapıldığı göreceksiniz.
Bu konuda Malezyalaşsak mı ki?
Güncelleme [ 1 ŞUBAT 2008, CUMA ]
Yazı aldı başını gitti, ama ben bir güncelleme daha yapmak zorundayım. Ali Atıf Bir’in yukarıda alıntıladığım yazısına Turizm Bakanlığı’ndan cevap gelmiş. Atıf Hoca da iki gün boyunca Bugün’deki köşesinde bu cevabı cümle cümle yorumladı.
Yazımda yer alan 16. maddede demiştim ki: “Destinasyonlar temelinde belirlenen bütçelerin yeterliliğinden emin olunmalıdır. Çünkü bu bütçeler, eğer uyduyu yörüngeye oturtamayacak yetersizlikteyse tümden zayi olmaktadır. Ki bazı destinasyonlar için tespit edilen bütçelerin birkaç katını oralardaki turizm firmalarının zaten harcadığını biliyorum.”
Elimdeki Turizm Bakanlığı’na ait belgede yer alan ülke bazlı bütçelerin düşüklüğü dikkatimi çektiği için böyle bir cümle kurmuştum. Bu belgede toplam dünya bütçesi 45 milyon dolar olarak görünüyordu. Sonra ortalıkta 140 milyon dolar lafı dolaşmaya başladı. Bakanlık, bütçelerdeki yetersizlikleri farkedip toplam bütçeyi artırdı diye düşünmüştüm. Oysa Atıf Hoca’ya gönderdikleri cevapta toplam bütçenin 45 milyon dolar olduğunu ifade ederek güya kendilerine savunmuşlar. Hoca da cevabı vermiş: “83 ülkede 45 milyon dolarla siz Türkiye'nin T’sini tanıtamazsınız. Türkiye'nin tanıtım bütçesini ve kullanım mantığını klasik devlet bütçesi mantığından kurtarıp daha esnek bir hale getiremezsek, bu tür ‘kaçırıyorlar, göçürüyorlar’ korkularıyla Türkiye tanıtım filan yapamaz ancak yasak savar. Türkiye'nin kendini daha iyi anlatabilmesi için Turizm Bakanlığı‘nın orkestra şefliği rolünü oynarken daha cesur davranması ve tüm iletişim etkinliklerinin ana stratejiyi destekleyecek şekilde yapılması şart. Yine tekrar ediyorum. Türkiye’nin şu andaki tanıtımı çok parça bölük ve sonuçta ortaya karmaşık bir mesaj çıkıyor. Asla geleceğe iletişim tortusu bırakmıyor.”
Elimdeki evraktan sadece bir örnek vermek istiyorum. Rusya, Belarus, Ukrayna, Moldova, Kazakistan, Azerbaycan, Gürcistan, Özbekistan, Kırgızistan, Türkmenistan ve Tacikistan’dan oluşan tam on bir ülkede kullanılacak tanıtım bütçesi ne kadar biliyor musunuz? 6,8 milyon dolar... Yani Türkiye’de neredeyse bir çikolata markasının lansman bütçesi kadar bir şey! Oysa, Türkiye’ye turist getiren Moskova’daki iki turizm şirketinin sadece Rusya için kullandığı bütçe 20 milyona yaklaşıyor. Gerisini siz hesap edin.
Bu durumda “uyduyu yörüngeye oturtmak”tan “yörüngeye oturtulamayan uyduların akıbetleri”nden bahseden şu yazımı şimdi okumanız şart oldu. Ali Atıf Bir’in cevaben kaleme aldığı iki [1, 2] yazısını da...