Geçen sayımızda Ankara’nın yılan hikayesine dönen amblem konusuna değinmiş ve yazımızı “Teknik ve estetik değerler açısından üç bin yıllık Hitit uygarlığı mirasının yanına bile yaklaşamayan bir simge yaratamadıktan sonra neyi tartışıyoruz, ne için ısrar ediyoruz ki?” cümlesiyle bitirmiştik.
Aslında o yazıda bu meseleyle ilgili söylenmedik bir şey bıraktığımı düşünmüyorum, ama bu yılan hikayesi öylesine hızlı akıyor ki, Melih Gökçek’in bir iki rötuşla Belediye Meclisi’nden geçirttiği Atakuleli amblem yeniden mahkeme kapısından dönüverince, yine Gökçek’in icadı olan ve ortaya çıktığından bu yana unutulmaya yüz tutan kedi gözlü amblem bize bir kez daha göz kırptı ve tartışma yeniden açıldı. E, madem öyle, biz de tartışmaya devam edelim.
Sayın Gökçek’in elinde Hitit güneşine alternatif iki tane amblem var, bir Atakuleli, camili amblem, diğeri de Cats müzikalinin afişinden, FİBA’nın kedisinden veya başkanımızın evine giderken her gün önünden geçtiği bir halı dükkanının tabelasından esinlenildiği söylenen kedili amblem... Sanıyorum bir üçüncüsüne de ihtiyaç duyulabilir, çünkü her amblem mahkemeden döndüğünde Ankara Belediyesi iskambil kağıdı gibi bir diğerini sürüyor masaya... Şimdi de öyle oldu ve Belediye Meclisi kedili amblemi Ankara’nın amblemi olarak ilan etti. Yeni bir mahkeme reddi, Ankara keçisi veya Ankara tavşanını önümüze getirebilir diye düşünüyorum.
Geçen yazıda da söylemiştim; benim baktığım yerden öncelikli mesele ne cami ne kedi ne keçi ne de Hitit güneşi... Mesele şu ki, Melih Gökçek hiç de uzmanı olmadığı bir konuda uyduruk bir amblem yaptırıyor, kendisi kararını veriyor, Belediye Meclisinden geçiriyor ve bunu da koca şehre dayatıyor.
Mahkeme çok mu anlıyor bu işten? Tabii ki hayır. Mahkeme acaba hangi bilirkişiden uzman görüşü alıp kararını verdi, o da belli değil. Bir uzmanlık konusu Belediye Başkanı’yla mahkeme arasında gidip gidip geliyor. Gökçek konuyla ilgili bir de fetva veriyor, “Bizimki amblem değil, logo.” diye. “Mahkeme logoyla amblemi birbirine karıştırıyor.” diye de ekliyor. İyi de, üstünde tartışılan şey amblemler. Bunları logo yapan, üstünden kamyon geçmiş, bu nedenle de anatomisi bozulmuş Ankara yazıları... Bu muhteşem amblemden sıra tipografi tartışmaya gelemedi ki henüz.
Ardan Ergüven, konuyla ilgili yazısında Gökçek’in bu fetvasına karşı şöyle cevap veriyordu: “Logo bir kurumu, organizasyonu veya kişiyi temsil eden grafik bir şekil ya da amblemdir. Yani Sayın Gökçek’in belirttiğinin aksine logo da bir amblemdir. Günümüzde ürün veya hizmet üreten kuruluşlara kimlik oluşturan, sözcük özelliği göstermeyen, soyut ya da nesnel görüntülerle oluşturulan logolar, firma ya da ürüne kişilik kazandırır ve benzerleri arasında fark edilmesini sağlar. Logonun görevi, olabilecek en basit şekilde işaret etmek ve göstermektir.”
Ergüven, aynı yazısının şu paragrafla bitirmişti: “Bilgisayar teknolojilerinin gelişmesiyle birlikte grafik tasarım, çok hızlı ve kolay uygulanan bir alana dönüşmüştür. Bu nedenle kısa bir süre içinde harika logolar tasarlanabileceği düşünülmektedir. Başarılı logolar ve kurumsal kimlikler yetenekli, bilgili ve deneyimli ekiplerin uzun süreli çalışmalarının ürünüdür. Gülen Ankara Kedisi deneyimi Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin marka ve tasarım uzmanlarına ihtiyacı olduğunu göstermektedir. Unutmayalım; bilmemek değil, öğrenmemek ayıptır. Doğru yönetilen bir tasarım süreci Ankara’nın hak ettiği logoya kavuşmasını sağlayacaktır.”
Kedili amblemin ortaya çıkış sürecini bizzat tasarımcısının ağzından dinlediğimizde meseleye nasıl bir ciddiyetle yaklaşıldığı da ortaya çıkıyor. Ramazan Türkmen anlatıyor: “Ankara, Büyük Avrupa Ödülü’nü aldığında ödül töreni için şehri tanıtan kitap hazırlanacaktı, bu kitapları hazırlayan firma kitap kapaklarını benim yapmamı istedi. Yani bana direkt olarak Ankara Büyükşehir Belediyesi’nden böyle bir talep gelmedi. Ankara’yı tanıtan bir sembol hazırlanacaktı, ben de Ankara kedisini seçtim. Ankara keçisi daha önce kullanıldığı için tercih etmedim. Hazırlamam yaklaşık bir ay sürdü. Kedi asil, temiz bir hayvandır. Ben tasarımı hazırladıktan sonra Melih başkan çok beğenmiş ve son bir ay içerisinde bunu logo olarak kullanmaya karar vermiş.”
Bu kedinin ortaya çıktığı günlerde Milliyet gazetesinden Ece Emre’nin haber-röportajında grafik tasarımcı Bülent Erkmen şunları söylüyordu:
“Ankara’nın yeni logosu, tasarım değeri olarak ciddiye alınmayacak kötülükte bir ‘şey’. Adeta bir internet şakası... Bir kent ya da o kentin yerel yönetimini temsil edecek logo, o kentin sahip olduğu değerler ve özellikler arasından tercih edilenin logolaştırılmasıyla ortaya çıkar. Bu, ismi kent ismini taşıyan bir ürün (İzmit pişmaniyesi) ya da gece kulübü (Ankara taverna) logosu gibi olmamalı. Logo, şu an, şimdi, bugün yapılmış, yarın da değişebilirmiş gibi olmamalı. Geleceğe kalabilecek, değişen yerel yönetimlerin değiştirmeye çekineceği ‘ağırlıkta’ olmalı. Yerel yönetimin logosu olduğu kadar kentin de logosu olmalı.
Mevcut kent logolarının genel olarak şu kriterler üstüne kurulduğunu görüyoruz: Kentsel değere ve önem sahip yapı ve anıtlar (Berlin, Beyoğlu), kentin coğrafi ve doğal özellikleri (Nice, Santa Monica), tarihsel önemi olan kentsel armalar (Venedik, Lyon) ve iletişim değeri olan, kent isminden yola çıkan ya da kentsel özellikleri simgeleyen soyut formlar (Londra, Prag, Hong Kong, Barcelona).
Bana soracak olsalardı; bu bilgiler ışığında çeşitli mesleklere mensup, Ankaralı, Ankara’da yaşayan 20-25 kişilik bir ‘âkil insanlar topluluğu’ oluşturmalarını, onlarla bir ‘workshop’ çalışması yapmalarını ve Ankara’nın sahip olduğu değerler/özellikler arasından bir tercihte bulunmalarını, bu topluluğun onayıyla seçilecek ‘simge konusu’nun iyi bir tasarımcı tarafından logolaştırılmasını ve mutlaka Ankara için bir Kurum Kimliği Rehberi tasarlatmalarını önerirdim. Ve onlara ısrarla hatırlatmak isterdim: Logo ‘bir şey’dir, kurumsal kimlik ‘her şey’! (...) Logo niyetiyle yapılan bu ‘şey’ o kadar kötü ki ‘Cats’ müzikaline benziyor demek ‘Cats’ tasarımına ve ‘Cats’in tasarımcılarına haksızlık olur.”
Benim de Sayın Gökçek’e tavsiyem öncelikle bu işin bir uzmanlık alanına girdiğini kavraması, “Bu bir amblem değil, logo!” derken kimlerden akıl alarak konuşuyorsa onların uzmanlık derecelerini hemen sorgulaması, “Valla benim çok hoşuma gitti, çok sempatik buldum.” gibi öznel yargılarla tek başına amblem-logo değerlendirmeleri yapmaması, üç bin küsur yıllık Hitit güneşinin kendi siparişleri sonucu ortaya çıkan şeylerden teknik ve estetik açıdan fersah fersah önde olduğunu anlaması ve eğer bunu değiştirecekse en azından bu çıtayı aşması gerektiğini bilmesidir.
Umuyorum ki, ilerleyen zamanlarda bu konuyla ilgili bir de keçi ya da tavşan yazısı yazmayız.
GRAFİK TASARIM’IN EYLÜL-EKİM 2011 TARİHLİ SAYISINDA YAYIMLANMIŞTIR.