7 Nisan 2008 Pazartesi

| “Beni kategorize etme!” demekle kategorize edilmekten kurtulmak mümkün mü?

İlk kez karşılaştığımız bir insanı beynimiz birkaç saniye içinde kategorize eder. En temel kategorileştirme, bu insanın “iyi” mi, yoksa “kötü” mü olduğu şeklinde gelişse de, hemen ikinci adımda kişisel özellik ve niteliklerle ilgili “yakıştırma”ların harekete geçtiğini söyleyebiliriz. [FOTOĞRAFLAR: ANIMA_AD_INFINITUM]


Fiziksel görünüm karşısında edinilen “ilk izlenim”in, daha sonraki ilişkilere de yansıyacağını tahmin etmek zor değil. Tabii ki bu izlenimin sonraları değişmesi tümden imkansız olamaz. Ama “ilk izlenim” daima en derin “iz”lere sahip olan izlenimdir. Bu nedenle, onları silip yeni “iz”ler kazımanın zorluğu ortadadır.

Beyin, bu kategorileştirmeyi bilinçli bir analiz sonucu değil, tamamen bilinçdışının hazır kalıplarıyla gerçekleştirir. Zaten birkaç saniyede neyi, nasıl analiz edeceksiniz ki? Burada, hiç sevmediğiniz ya da çok beğendiğiniz biriyle benzerlik, kılık kıyafetin verdiği mesajlar, benzerlik gösteren çeşitli hayvan karakterleri, medya ve sinemanın oluşturduğu rol modelleri gibi çok sayıda etmen beynin kategorileştirmesine yardımcı olur. Mesela, Hollywood modellemesine ters düşen birinin Amerikan başkanı olması bence epeyce zordur.


Şunu asla unutmayalım; insanoğlu (hatta hayvanlar da) kategorize etmeden yapamaz. Öyle ki, kategorize edemediği zannedilen şeyler bile, sonuçta yine bir kategoridir.

“İlk izlenim” markalar için de çok önemlidir. Markanın sahibinin niyeti ve amacı, markanın doğrudan mesajı ne olursa olsun, bir marka da fiziksel görünümü, tavır ve edası, başka itibarlı markaların rol modeli konumu (benchmarking) gibi etmenlerle, zihinlerde hiç de beklenmeyen bir “imaj” olarak tezahür edebilir.

Bir marka fenomeniyle karşılaştığınızda, eminim siz de, o markanın gerçekten hangi ligde (kategori) yer aldığıyla ilgili “kesin karar”ınızı birkaç saniye içinde veriyorsunuz. Marka, birinci ligde olduğunu iddia etse, hatta birinci ligde olsa bile!