15 Kasım 2006 Çarşamba

| Bir dergi ve bir karnaval: Grafik tasarım kimin umurunda?

Pazarlama blogları arasında gelenekselleşen Karnaval uygulaması, bu hafta Altı Üstü Tasarım’dan Mehmet Doğan’ın özgün ve şaşırtıcı yaklaşımıyla yepyeni bir boyut kazandı. Bu yaklaşımın gelenekselleşmemesini yürekten dileyerek 17. Pazarlama Karnavalı’nın sunumuna göz atalım:
Bu hafta, 17. pazarlama karnavalı, fakat 16 karnavaldır beni rahatsız eden bir şeyler var. Bütün bu karnavallarda bir şeyler eksik. Eksik olan, ismini bir türlü koyamadığım bu şeyi bulmak için, gelin son zamanlarda konuşulan, çok rağbet gören, iyi bir pazarlama yöntemine sahip, iyi paralar kazandıran, çok seyirci/müşteri/kullanıcı toplayan çalışmalara biraz göz atalım. İnternet’te en çok ziyaret edilen sitelerden birisi MySpace. En çok seyredilen film, Türkiye’de ki ilk İnternet şöhreti Mahir’i andıran Borat karakterine ait bir film.

Kasetçalarıma Ajdar’ın kasetini koydum ve bütün bu çalışmalara bakınca, karnavalda eksik olan şeyi buldum. Yukarıda sözünü ettiğim bütün kavramlar, ortak bir paydaya sahip: kötü tasarım.

İşte size MySpace’de en çok ziyaret edilen sayfalardan biri; İşte size Borat’ın sitesiMahir’in sitesi. Demek ki karnavalın, seksi, çirkin ve kötü tasarlanması, pazarlama karnavalının popülerliği için gerekli şartlar.

Şimdi, buradan “Tasarım masarım hikayedir, hatta aslolan kötü tasarımdır. Öyle Grafik Tasarım falan diye dergiler yayımlamak da beyhude bir çabadan ibarettir.” şeklinde bir yargıya mı varmalıyız? Bana kalsa hayır! Eğer öyle olsaydı, Mehmet, asıl Altı Üstü Tasarım’ın sayfalarını öyle tasarlamış olurdu. Ayrıca, kendisinin tasarımla ilgili yazılarına Altı Üstü Tasarım’ın ‘site içi arama’sından ulaşabilirsiniz. (Bu yazıda kullandığım görseller, Grafik Tasarım dergisinin sayfalarından seçmeler şeklinde oluşturulmuştur.)


Mehmet’in ironik bir biçimde yaptığı şey, “al sana bir kaya, nerene dayarsan daya” ağırlığında, “Ih!” dedirten bir soruyu ortaya atarak bizi kaşımak bana kalsa! Nitekim ben de kaşındım işte! Ve henüz Karnaval haftası bitmeden bu yazıyı yetiştirme derdine düştüm. Mehmet’in niyetinin bize antrenman yaptırmak olduğu da çok belli! Zaten okuduğunuz bu yazı da o nitelikte... Hadi, geç kaleye Mehmet, birkaç antrenman vuruşu yapacağım!

17. Karnaval’ın, sıfat bulmakta güçlük çektiğim, karşılaştığımda da gülmekten öldüğüm tasarımının ortalığı kasıp kavurduğu bugünlerde, ülkemizde önemli bir gelişme daha oldu. Yeni jenerasyonda grafik tasarım disiplininin çeşitli nedenlerle giderek azaldığını üzülerek gözlemleyen biri olarak önemli bir boşluğu dolduracağına inandığım bir dergi, Ekim ayı itibariyle yayın hayatına başladı: Grafik Tasarım.


İşte bu durumda Grafik Tasarım dergisi kendiliğinden “perhiz”e, Mehmet’in karnaval uygulaması da “lahana turşusu”na dönüşüveriyor birden. Ne yapalım şimdi?

Grafik Tasarım dergisinin Kasım 2006 tarihli ikinci sayısında Yrd. Doç. Dr. Seval Dülgeroğlu Yavuz’un “Sosyal, Kültürel ve Psikolojik Açılardan Grafik Tasarım ve Tüketim Süreçleri” başlıklı yazısının “Grafik tasarımda amaç izleyici tarafından alglınmaksa ve izleyicinin bu algıya göre hareket etmesi isteniyorsa, kullanılan her öge dikkatli bir planlama süreci sonunda tasarımda yerini almalıdır.” spotuyla internetteki en çok ziyaret edilen sitelerin tasarımları analiz edilecek olursa, hemencecik “Mizah, zıtlıklardan neşet eder!” yargısına ulaşıverilmiş olur.


Sayın Yavuz’un, çok yararlandığım bu yazısından bir bölümü de alıntıladıktan sonra en iyisi ben serbest vuruşlarıma başlayayım:
Grafik tasarımcı, akademisyen ve yazar Jorge Frascara’ya göre grafik tasarım tanımı dar kapsamlıdır. Frascara, bunun yerine ‘görsel iletişim tasarımı’ kelimelerini kullanmayı yeğler. Çünkü Frascara’ya göre grafik tasarım, yapılan işin grafiksel ve fiziksel yönlerine, grafik formların yaratımına çok fazla vurgu yaparak asıl önemli olan kısmı, etkili iletişimin yaratılması konusunu göz ardı eder. Bu yüzden ‘görsel iletişim tasarımı’ tanımlaması, grafiğin en önemli üç öğesini içerdiğinden daha doğru bir anlatımdır:
1. Bir metot: Tasarım
2. Bir amaça: İletişim
3. Bir amaç: Vizyon, görsellik (Frascara, 2004, s. 4)
Yukarıda anlatılan tanımlamalarda ortaya çıkan önemli noktalar, grafik tasarımın sanatsal ögeler içeren, özünde bilgi iletme, iletişim ve öğreti olan bir aktivite olduğu yönündedir. Eğer grafik tasarım, düşüncelerin görselleştirilmesiyse ve insanlarla iletişim amacı güdüyorsa, grafik tasarım aktivitesinin içinde algı (psikoloji), sosyal ve kültürel olguların çok önemli bir yer tuttuğu yadsınamaz bir gerçekliktir. İçinde yoğrulduğu sosyo-kültürel ortamdan beslenen grafik tasarımcı, yarattığı bir grafik üründe bir düşünceyi anlatmak için, izleyici kitlesiyle ortak bir görsel dil oluşturmalıdır ki görsel olarak ifade ettiği düşünceler, iletişim süreci tamamlandığında, yani grafik ürün izleyici ile buluştuğunda mesaj yerini bulsun ve anlam tamamlanabilsin.
Evet, bu kadar yeterli... Daha fazla alıntı telif haklarına aykırı, dergi satışta, alınabilir. (Reklam:)


Bu alıntıdan da bir sonuca varamadık sanki... Çok doğru tespitleri içeriyor, ama “sosyo-kültürel ortam” ve “izleyici kitlesiyle ortak bir görsel dil” gibi tanımlamalar da Mehmet’in çalışmasına cuk diye oturuyor. Hele hele grafik tasarıma “düşüncelerin görselleştirilmesi” dersek, neydi o adamın adı, evet, Borat’a ne diyebiliriz ki?


Hadi buyurun, Mehmet’e uyup konuya daldım, şimdi çıkamıyorum işin içinden!

Sorunu kökünden ve bilimsel dayanaklarla çözebileceğimi sanmıyorum, ama biz en iyisi dediğimiz gibi serbest vuruşlarla devam edelim:
1.
Bir grafik eser, bir mesajı iletişim kodları üzerinden belli bir kitleye aktarma görevini yerine getirir.
2.
Sanat eseri tartışmasını konunun tamamen dışında tutalım, ama grafik eserin, muhatabının algısında kodların doğru açılmasını sağlaması gerektiği gibi, bir estetik duygu yaratarak mesajın alıcıya kolay nüfuz etmesini kolaylaştırması da önemlidir. Oran, denge, balans, ritm, renk gibi unsurların doğru kurgulanması, bunun bir anlamda güvencesidir zaten.
3.
Daha önceki bir yazımda şöyle bir soru sormuştum: “Hem demografik hem de psikografik açıdan daha alt katmanlarda yer alan hedef kitleye yönelik üretilen iletişim enstrümanlarıyla ilgili olarak bu ölçüde duyarlı davranmanın, bütün bunlar o hedef kitlenin anlama ve değerlendirme sınırlarının dışında kaldığı halde, ne önemi olabilir? Yani bütün bunları Hatice Teyze veya İbrahim Abi nereden anlayıp değerlendirecek de, bu ölçüde saç baş yoluyoruz?”
4.
Cevap vermişim: “Her şeyden önce, bana göre, insanın özünde renk, grafik denge, oran, leke, perspektif, derinlik, müzik, resim gibi bilgiler ‘a priori’ olarak vardır. Altın oran dediğimiz şeyin ölçüsü nerede sanıyorsunuz? Eğitim, görgü gibi etmenler veya çeşitli deneyimlerle algı kapasitesi ve kalitesi gelişir. Ancak bu deneyimler ilk temel üzerine inşa edilir. Yani çoğu insan bu türden eserleri kritize edemez, ama kendi ortamında ve doğal bir biçimde maruz kaldığında reddetmez, tam tersine eğer kriterlere uygunsa benimser ve bunlardan olumlu yönde etkilenir. (Fokus grup çalışması falan yaparsanız devreler sapıtır ama!)”
5.
Devam ediyorum: “Mesajı, belirlediğiniz katmanlardaki insanın algı kapasitesine göre seçmeniz, onun kritize edemeyeceği, hatta anlayamayacağı diğer şeyleri ‘algı’layamayacağı anlamına gelmez. Sadece buradaki algı gayri iradi olabilir, ama algı algıdır.”
6.
İşte zurnanın zart dediği yer burası: “Tabii, bu duyarlılıklara özen göstermezseniz o hedef kitlede konjonktürel olarak belki de çok büyük bir hüsran yaşamayabilirsiniz. Ancak, işin başka boyutları var. Televizyonlarda birçok reklam, gazetelerde birçok ilan görüyorsunuz ki, ‘reklamın iyisi kötüsü olmaz’ saçmalığının kötülerini ve pespaye örneklerini oluşturuyorlar. Hedef kitleleri nezdinde nasıl olsa iş görüyorlar mıdır bunlar, ne dersiniz? Markanın, hedef kitlenizde meşruiyet algısı sağlaması sadece o hedef kitle tarafından itibar görmesiyle mümkün değildir. Çok daha geniş bir kitlede en azından süfli, aşağı ve pespaye görünmemesi şarttır. Bilgi akışkandır ve yukarıdan aşağıya doğru akar. Meşruiyet de yukarıdan aşağıya doğru yayılır. Zaten iletişimde zaman zaman tanıklıklar (testimonial) ve şöhretler (celebrity) bu nedenle kullanılır. Markanızı yukarılarda konumlandırmamış olabilirsiniz, hatta satmazsınız da, ama orayı dikkate almanız gerekir. Çünkü orası, bir nevi kanaat önderliği makamıdır.”
7.
Yazıların bağlantılarını veriyorum, ama yalnızca ilgili bölümü kesip aktarmak için alıntılıyorum. Bir de burayı okuyalım: “Hiçbir tüketici maruz kaldığı bir ambalaj dizaynını kritize etmez. Dizayn estetiğinin etkisi gayri iradidir ve insan zihnindeki kodlamalardan bağımsız değildir. Bu kodlamaları zihnimize kazıyansa temelde doğadır. Hem dünyaya gelmeden önce doğadır hem de dünyaya geldikten sonra duyularımızla algıladığımız doğadır. Uzmanlığı grafik dizayn olan bir tasarımcı, doğadaki renk ve leke değerlerini, perspektif ve derinlikleri, denge ve oranları beyninde harmanladığı bir iş haline getirmiştir. Başarılı bir tasarımcı için yetenek şarttır, ancak eğitimsiz olmaz. Uzmanlığı bu olmayan ve yaratılmış bir grafik eseri değerlendirme konumunda bulunan kişilerde gayri iradi ve insiyaki etki kaybolur, zihnindeki kodlamalar radyasyona maruz kalmış bir elektronik cihaz gibi sapıtır ve saçmalar. Bu alandaki kantitatif ve kalitatif araştırma sonuçları da bu bakımdan kirlidir. Oluşan parazit etkisinden kendisini ancak uzmanlar koruyabilir. Bu çalışmaları satın alanların çok önemli bir çoğunluğunun uzmanlığı o yönde olmadığı için böyle bir durumda ‘kriter’ de yok demektir.”


8.
Hemen temel bir ayrıma gidersek fazla nefes tüketmemiş oluruz; zaten benim hassas olduğum konulardan biri budur: Mehmet’in aşırı ilgi ve rağbet gördüğünü söyleyerek verdiği örneklerin belli bir müsamahayla karşılandığını söylememiz gerekir, ancak bir marka için, mesela Snickers için Borat’ın sitesi tarzında bir yaklaşım, Karnaval olayında olduğu veya Barış Erkol’un 17. Karnaval’a yaptığı bir yorumda bize duyurduğu gibi özel bir amaç taşımıyorsa felaket olur. Bu sitelerin gördüğü ilgilerin sosyo-psikolojik gerekçeleri analiz edilebilir, ama şimdilik bizim konumuz değil. Ancak, Ajdar’ın gördüğü ilginin, Türk toplumunun vicdanıyla bir yerden teması mutlaka vardır.
9.
İlgi yoğunluğu yaşayan sitelerin, hatta izlenme rekorları kıran TV programlarının halk tabiriyle ifade edecek olursak “beleş” olduğunu da unutmayalım. Hedef kitlemizin, küçük ya da büyük bir bedel ödemeye kalktığında aynı kaliteye razı olacağını düşünemeyiz. Her kalitede sinema filminin DVD’lerini birçok yerden satın alma imkanımız varken, herhangi bir “sabah sabah” programının bir yerde satıldığını gördünüz mü?
10.
Mehmet’in duyurduğu, hatta uygulamasını bile yaptığı söz konusu “tasarımlar”, aslında kilim, dantel, kapı işlemesi, duvar süslemesi gibi halk sanatı örneklerinin yeni bir mecrada kendine yol bulamamış primitif hallerinden ibarettir. (Borat’ın site zemininde kullandığı kilim deseni de ilginç!) Tabii işin kötü tarafı, annesinden öğrendiği geleneksel formları çok da değişikliğe uğratmadan kilim dokuyan bir köy kızının elindeki koyun yünü, dokuma tezgahı ve kök boyası gibi çok sınırlı imkanlarının yanında Borat’ın, Mahir’in veya Mehmet’in:) sınırsız imkanlara sahip olmaları ve bunu alabildiğince hoyrat bir şekilde kullanmalarıdır. Bunlar da, maalesef bizim göremeyeceğimiz bir zaman diliminde, bir halk sanatı ölçeğinde kalmak kaydıyla olgunlaşacaklardır.
11.
Şimdi önemli bir sonuca da ulaşmış olalım ve yazımızı gevezelik kategorisinden çıkaralım. Önce yukarıdaki yargıyı tekrarlayayım: Eğer özel kültürel kodlamaları dışarıda tutacak olursak, doğru tasarlanmış bir grafik eserden, hangi segmentte olursa olsun, herkes bir biçimde, iradi ya da gayri iradi olarak bir estetik algılamaya sahip olur. Ancak zaman zaman şöyle bir argüman kulağınıza gelmiştir: “Abi, reçel ambalajımı güzel yapma, benim müşterilerim anlamaz!” Bu, doğru bir kaygı, ancak yanlış bir sorudur ve tamamen kodlamalarla ilgilidir. Aslında kaygı “güzel” ambalajla değil, “pahalı” algılanan ambalajla ilgilidir ve grafik tasarımcının kodlamaları dikkate alarak çözeceği bir sorundur, ambalajı çirkinleştirerek değil.


Grafik tasarımcılara ihtiyacımız var, grafik tasarımcılarımızın da her gün kendilerini geliştirmeye, yenilemeye, dünyaya açık oldukları kadar yaşadıkları toplumun kültürel kodlarını çözümleme ve anlamaya ihtiyaçları var. Şu anda ülkemizin tek grafik tasarım dergisinin yayın yönetmeni Sabri Varol’a, yayın kurulu üyeleri İlhan Bilge, Prof. Dr. Hasip Bektaş, Prof. Dr. Tevfik Fikret Uçar, Doç. Dr. Namık Kemal Sarıkavak, Cengiz Pircivan ve Ömer Durmaz’a, bu önemli ihtiyacı karşılama yönünde gösterdikleri çaba ve özveriden dolayı içten teşekkür ediyorum.

Aralık’tan itibaren ben de yazılarımla Grafik Tasarım’dayım, oraya da beklerim efendim.

*
Mehmet, boşverelim şimdi tasarımı falan, kızlardan mail geliyor mu abi? Blog dizaynı konusunda senden yardım isteyebilirim de:)