Son zamanlarda PKK ile savaşan askerlerin yakaladıkları örgüt üyelerine yönelik insani davranışları basında fazla yer almaya başladı. Bu durum, askerdeki samimi bir tavır değişikliğinin göstergesi olabileceği gibi profesyonelce yönetilen bir halkla ilişkiler stratejisinin sonucu da olabilir. Nitekim, askerin bu tavrının bir imaj çalışmasından ibaret olduğunu söyleyenler var.
Buna döneriz. Şimdi Gülay Göktürk’ün dün Bugün’deki köşesinde yayımlanan “Dizdeki el” başlıklı yazısına göz atalım. Şöyle diyor Göktürk: “Son zamanlarda gördüğüm en etkili fotoğraftı. Ne sırta saplanmış bir bıçak görüntüsüydü, ne bir doğum mucizesi... Her zaman, her yerde rastlayabileceğiniz türden bir sahne... Bir dağ başında, alçakça bir taşın üstüne oturmuş gencecik bir delikanlı. Yaşı 18 ya var ya yok. Yaşadığı stresten kaskatı kesilmiş, bir tespih böceği gibi içe kapanmış ince bir bedeni var. Gözleriyle karşısındaki adamın gözbebeğinden girip içini okumaya çalışıyor; endişeyle, bilinmezden duyulan korkuyla... Omuzlarına alaca bulaca bir komando parkası koymuş birisi, üşümesin diye... Ve dizinde bir el... Karşısında duran yine komando giysili bir rütbelinin eli... Hani, doğumhane kapısında içeriden haber bekleyen babanın kankasının yaptığı gibi, çocuğunu sınav kapısına getiren annenin yaptığı gibi atmış elini delikanlının dizine, farkında bile olmadan, kendiliğinden bir şekilde... Bu ele güvenebilirsin, bu elden güç alabilirsin, bu el hep senin üzerinde olacak, seni o bilinmez çukurlardan çıkaracak demek ister gibi tutuyor delikanlının dizini. Adımını attığı yeni hayatta ona güven vermek, ‘her şey güzel olacak’ inancı aşılamak istiyor. Delikanlı, biraz önce saklandığı mağaradan -muhtemelen taranma korkusuyla- çıkıp güvenlik güçlerine teslim olmuş bir PKK'lı... Elini dizine koyan ise onu teslim alan komutan... Bu fotoğrafı görünce, ılık ılık bir şeyler doldu yüreğime. İşte ihtiyacımız olan bu fotoğraf diye düşündüm. Onları soğuktan ve açlıktan kıvrandıkları o deliklerden çıkarıp bize getirecek olan şey bu...”
Duygulu cümlelerinden anlaşılıyor ki Göktürk, komutanın bu tavrını kuru ve yapay bir halkla ilişkiler faaliyetinin sonucu olarak görmemiş. Öyle görmüş olsa bile olguyu güzel yanından okumayı yeğlemiş olmalı. Şöyle devam ediyor: “İşte o komutanın eli, devlette yaşandığı söylenen zihniyet değişikliğini binlerce siyasi demeçten, devlet adına verilen bütün teminatlardan daha iyi veriyor. Keşke o fotoğrafı on binlerce çoğaltıp dağlara taşlara atsak. Şu anda buz kesen dağlarda, ortasında çıtır çıtır yanan bir sobanın ılıttığı evinde olmayı, annesinin o sobanın üstüne pişirdiği mis gibi tarhana çorbasını kaşıklamayı düşleyen o gençlerin hepsi o fotoğraftaki müşfik eli görse. Hepsi o eli dizinde hissetse.”
Bu fotoğrafın, askerdeki ciddi bir strateji değişikliğinin samimi bir yansıması olmasını temenni etmekle birlikte, diyorum ki, velev ki “mış gibi” olsun. Çünkü, gerçekliği olmasa bile, pozitif bir imaj yansımasının çok ciddi birkaç tezahürü olur: (1) Bu imaj, zamanla içselleştirilir. (2) Kurumun tümü tarafından içselleştirilmese bile, üyelerinin önemli bir bölümü için bir iç PR faaliyeti olarak olumlu işlev görür. (3) Komutan ve askerlerin eski rol modelleri gündemden düşer, yeni rol modelleri onların yerini alır. (4) Bunların hiçbiri olmasa bile, pozitif imaj için harcanan çabanın boşa gitmemesi için gerekli hassasiyetin gösterilecek olması topyekun bir tutum değişikliğini sağlamış olur.
O nedenle, “mış gibi” olduğunu düşünsek bile, fotoğrafa Gülay Göktürk gibi bakmak her bakımdan hayırlıdır.