Bu yazıma başlarken yaptığım ilk hareket ‘shift’le birlikte klavyemdeki ‘B’ tuşuna basmak oldu. Çünkü, bundan da önce, kafamda bir cümle tasarladım ve bu cümlenin “bu” sözcüğüyle başlamasını uygun gördüm. Bir cümleyi kurmak, bir yazıyı yazmak da aslında bir tasarım işidir. Bu tasarımın malzemesi ise sözcükler ve cümlelerdir. [FOTOĞRAFLAR: TIAGO ESTIMA]
Yazmak (veya konuşmak) bir kod sistemi olan dil üzerinden gerçekleşen iletişim yöntemidir. Temel anlamıyla iletişim ise; duygu, düşünce ya da bilgilerin bireyler, gruplar ve toplumlar arasında akla gelebilecek her türlü yolla (söz, yazı, görüntü, hareketler vb.) ve kodlanarak karşılıklı olarak aktarılmasıdır.
Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, eğer kodlar olmasaydı ileşitim imkansız hale gelirdi. Çünkü düşünceyi mesaja dönüştürüp muhatabımıza aktarma işlemi ancak kodlarla mümkün olabilmektedir.
Tabii bu konu en temel şekliyle bir iletişim modelini kapsar. Bu temel iletişim modelini burada tekrar kısaca hatırlatmak isterim. İletişim, kaynak (source) ile alıcı (receiver) arasında kanal (channel) yoluyla gerçekleşen bir süreçtir. Kaynakla alıcı arasındaki bu alışveriş iletiyle (message) gerçekleşir. Kaynak; iletmek istediği bilgiyi ileti yapmak için önce bu bilgiyi belirli kurallara göre düzenleyip “çıktı” durumuna getirir. Kodlamak dediğimiz bu işlem sırasında kaynak ve alıcıda ortak olarak bulunan işaret, şifre ve semboller kullanılır. Kaynaktan gelen, kanalı geçen ileti, alıcı için “girdi”dir. Girdinin etkili olabilmesi, çözülüp anlaşılmasına bağlıdır. Alıcı tarafından “girdi”si yapılan iletinin içerdiği bilgiyi oluşturan işaret ya da simgelerin çözülüp anlaşılması işlemine de kod açmak (decode) adı veriyoruz.
Kodlama, bir “zip” dosyası gibi sıkıştırma işlemidir. Büyük dosyaları sıkıştırmadan alıcıya göndermemiz zordur. Alıcının bilgisayarına giden bir “zip” dosyasını o bilgisayarın açabilmesi için de bir “expander”a ihtiyacı vardır. Eğer yoksa dışarıdan bir şekilde yüklenmesi gerekir. Yani kodları açmak için (decoding) o kodların, alıcının zihninde kod çözücülerinin olması gerekiyor. Buradan anlıyoruz ki, kodlar geniş bir uzlaşımın sonucu olarak ortaya çıkarlar. Bu bağlamda, çok dar cemaatlerin (community) kullandığı ortak kodlar olduğu gibi, daha geniş bir topluluğun benimsediği yerel kodlar, tüm insanlığın açabileceği evrensel kodlar da vardır.
Konuşulan dil bir ortak kodlar sistemidir. Eğer iletişim dille yapılıyorsa, ki dil dışında başka kodlarla da yapılabilir, kaynağın da, alıcının da ortak bir dile sahip olmaları gerekir. Yani biz “elma” dediğimizde alıcının o kodu zihninde açıp elma imgesine (concept, idea, image) ulaşması gerekir. (Eğer Türkçe konuşan bir toplulukla iletişim halindeysek, İngilizce Apple, Fransızca Pomme, İtalyanca Mela, Arapça Tuffah kodlarının hiçbir anlamı olmayacaktır. Çünkü muhatabımızın, zihninde bu kodları açabilmesi mümkün değildir.) Sözcüklerin temeli sestir, ama onları görsel simgelerle de ifade ederiz. Ne e, le, me, a seslerinden oluşan elma sesi, ne de e, l, m, a harflerinin bu dizilişle bir araya gelmesinden oluşan elma simge-formu, bizatihi elmanın kendisi değildir. (Peki elmanın kendisi nerde?) Şimdi felsefe konularına girmenin hiç sırası değil, ama elma sözcüğü elma kavramının da kendisi değildir. Bu sözcük-kod, alıcının zihninde elma kavramına dönüşür. Gördüğünüz gibi elmanın kendisi hâlâ ortalarda yok! Bir iletişim kodu olarak ortaya sürülen elmanın, kaynağın da, alıcının da zihninde benzer ya da yakın biçimde “anlam”a dönüştüğünü varsaysak bile, bu, asla birebir değildir. Herkesin öznel deneyimlerinde (experience) oluşan elma fikri çok farklılaşabilir. İşte bu öznelliği ifade edebilmek için, zihinde oluşan elmaya “kavram” diyoruz. İletişimin hassas noktalarından biridir bu... Böylece, kaynağın kodlamadaki bilgi ve deneyim alanıyla alıcının kod açmadaki bilgi ve deneyim alanının kesişmesi sonucu oluşan ortak deneyim alanı, aslında tam olarak iletişim alanıdır. Ortak deneyim alanının genişliği iletişimin başarısının da bir anlamda güvencesidir.
Tam burada, göstergebilim, gösteren-gösterilen ilişkisi, göstergelerin anlamlandırılması, düz anlam ve yan anlam, çağrışımlar, mitler, metaforlar ve metonimler gibi konulara girmenin sırası gibi görülüyorsa da, bunları geçiyor ve izleği sadece kodlar üzerinden sürdürmeyi yeğliyorum. Çünkü kodlar, bu yazının sonunda ulaşmaya çalışacağımız anafikir için yeterli imkanı verebiliyor. (Bu arada sizi, mesela Grafik Tasarım dergisinin Mart 2007 sayısında yayımlanan, Fatih Özdemir’in “Göstergebilimsel çözümleme: Grafik tasarım bize neyi, nasıl anlatır?” başlıklı yazısına gönderebilirim.)
Yazmanın da bir tasarım işi olduğunu söylemiştim. “Grafik tasarım”a, son dönemlerde “görsel iletişim tasarımı” diyenler de var. Yeni bir isimlendirmeye gerek olup olmadığı tartışmasını bir yana bırakalım, ama bu tanım, beni “sözel iletişim tasarımı” diye başka bir tanımlamaya götürüyor. Yani öyleyse, yazmak ve konuşmak neden “sözel iletişim tasarımı” olarak isimlendirilmesin?
Bir grafik dilinden söz etmemiz, onun da bir iletişim aracı olduğunu açıkça ifade etmiş oluyor. Zaten bu konuda bir ihtilaf da söz konusu değil. “Grafik iletişim nedir?” sorusunu Emre Becer, kısaca “Grafik, görsel olarak algılanan şeylerle, yani görüntülerle ilgili bir kavramdır. İletişim ise her türlü bilginin insanlar arasındaki alışverişidir. Bu durumda grafik iletişim, görüntülerden oluşan bilgilerin değiş tokuşu olarak tanımlanabilir.” diyerek cevaplıyor.
Görsel iletişim de, sözel iletişim gibi elbette kodlarla gerçekleştirilebilmektedir. Mağara duvarına çizilen ilk resimden başlayarak günümüze kadar görsel kodlar sürekli bir gelişme göstermiştir. Her ne kadar, bir grafik tasarım ürününde sözel iletişim unsurlarının da yer aldığı ve bu unsurların yerel kodlardan oluştuğu doğruysa da, görsel kodların daha evrensel olabildiğini, bu sayede de grafik tasarımın, iletişim kurabileceği daha geniş bir hedef kitleye sahip olabileceğini söylemek yanlış olmaz. Yani sözel iletişim kodlarının yerellik kısıtları, görsel iletişimin evrensel kodlarıyla aşılabilmektedir.
Tabii bu, görsel kodların tümüyle evrensel olduğu anlamına gelmiyor. Benim asıl dikkat çekmek istediğim nokta da bu zaten...
Mesela; nokta, çizgi, doku, leke, ton, form, denge, oran, hiyerarşi, bütünlük ve ölçü gibi grafik tasarım ürününün unsurları arasında yer alan renk, her zaman evrensel mesajlar oluşturabilir mi? Bu soruya olumlu cevap verebilmemiz mümkün değildir. Ayrıntılara indikçe diğer unsurlar için de, evrensel ve yerel farklılaşmaların söz konusu olduğunu görmek kolaydır.
Grafik tasarım unsurları arasında yer alan ve sözel iletişimin aslında bir şekilde görsel iletişim koduna dönüşmesine imkan veren alfabe, bildiğiniz gibi tipografinin temel malzemesidir. Alfabe ortaklığı nedeniyle bizim grafik tasarımcılarımızın beslenme kaynaklarını daha çok Batılı örnekler oluşturuyor. Tabii doğal bir süreç bu... Bu beslenme ve etkilenme sürecinin, hedef kitlemizle uzlaşımı sağlanmamış yabancı kodların bizim zihnimizi işgal etmesine ne ölçüde bir katkısı oluyor, bunu çözümlemek lazım. Elbette, her başarılı grafik tasarım ürününün, insanın önsel (a priori) olarak sahip olduğu estetik beğeni melekelerini etkilemesi doğaldır, ancak ürünün, sonradan şekillenen ve başka insanlardan farklılaşan kültürel kodlar üzerinden bir paydaşlık yakalama becerisini, iletişim etkisi açısından önemsemeliyiz.
Hani, “meslektaşlara iş yapmak” diye bir deyim vardır, bilirsiniz. Bu, belli bir uzmanlar grubunun kendi aralarında uzlaşıma dahil ettiği özel kodlarla sadece meslektaşlarının algılayıp anlamlandırabileceği, hedef kitlenin ise umurunda olmayacağı işler yapması anlamına gelir. Aslında ulusal ve uluslararası ödül mekanizmaları da benzer şekilde çalışır. Mesela, yerel görsel kodlarla oluşturulmuş çok başarılı bir grafik tasarım ürününü, o yerel kodları tam olarak açamayacağı için, Amerikalı bir ödül jürisinin değerlendirebilmesi mümkün değildir. Bu da ister istemez, bu tür ödül programlarında yalnızca evrensel kodlarla tasarlanmış eserlerin eşit şansa sahip olabileceği anlamına gelir.
Aslında, evrensel ve yerel kodlar şeklinde bir ayrım da doğru olmayabilir. Kodların tamamı yerel olmakla birlikte, bunların bazılarının evrensel bir nitelik taşıdığını söylemek daha isabetli olacaktır. Yani biz, her koşulda hedef kitleyle uzlaştığımız kodları kullanmak zorundayız, ancak uzlaştığımız bu kodların bazıları çok daha geniş bir uzlaşımın unsurları olabilirler. İyi de, bu bizi nihai amaç olarak niye ilgilendirsin ki?
İşin daha da vahimi, farkında olmadan, başkalarının “yerel kodlarının” evrensel kodlar olduğu yanılgısına düşmektir ki, işte bu, bir grafik tasarım ürününü hepten “keten helva” durumuna sokar.
İster sözel ister görsel olsun, iletişimi etkili kılmak, ileticinin kodlama başarısına bağlıdır. Gerisini siz düşünün!
GRAFİK TASARIM’IN NİSAN 2008 TARİHLİ SAYISINDA YAYIMLANMIŞTIR.